Psk. Halil Türkmen
Uzman Psikolog
Degerli okuyucularim, Özel Egitim’ i bilmek ve tanimak için önce tarihsel gelisimini ve bu güne, ne mücadeleler verilerek; özel egitimin nereden, nerelere geldigini; bu gelismelere hangi alanin daha çok hizmet ettigini bilmek gerekir. Düsüncesi ile mümkün oldugunca kisaltmaya çalisarak “ÖZEL EGİTİMİN TARİHİ GELİSİMİNİ açiklayarak, makaleme baslamak istiyorum.
Emekli Psikolog, Özser Sağlık Eğit Rehabilitasyon Merkezi Ortağı " A.Ü.Egitim Bilimleri Fakültesi Egitimde Psikolojik Hizmetler Ana Bilim Dali Mezunu"
Atatürk Döneminde “Egitim Devrimi “ ile tüm gelismis ülkelerde oldugu gibi ” İnsan Haklari Evrensel Bildirgesi’ nde” belirlenen tüm haklar gibi egitim hakki da gerçek yasama geçirilmeye çallisilmistir.
Buna göre İnsan Haklari Evrensel Bildirgesi’nin 26. maddesinde “Herkesin egitim hakki vardir” ifadesiyle tüm bireylerin kendi kendinii geliistirme yönünde egitim almalari gerektigi vurgulanmistir. Böylece özel egitime gereksinimi olan bireylerin, normal gellisim özelligi gösteren bireylerle esit egitim ve yasam firsatlarindan yararlanmalari için yasal, idari ve egitsel düzenlemeler olusturulmaya çallisilmistir.
Özel gereksinimli bireylerin erken bebeklik döneminden baslayarak ' 0-4 yas' okul öncesi '5-6 yas' egitimlerine, ilkögretim, mesleki egitim, lise'ortaögretim' ve üniversite 'yüksekögretim' egitimlerine iliiskin; gerekli düzenlemeler olusturulmaya çallisilmistir. 80 yillik Cumhuriyet döneminde, özel egitimin pek çok alaninda geliisme görülmüstür. 1955 yilinda “Özel Egitim Subesi” açilmistir. Rehberlik ve Arastirma Merkezleri”nin temelini olusturan “Psikolojik Servis Merkezi” nin kurulmus olmasi en büyük gelisimdir. Ankara’da Yeni Turan ve Hidirliktepe ilkokullarinda, Zihin Engelliler için açilan özel siniflarini, daha sonraki yillarda “alt özel sinif” uygulamasina dönüsmesi ve bu durumun günümüze kadar gelen uygulamanin ilk örneklerini olusturmasidir (Özsoy, 1990).
1961 yilinda yayinlanan 222 sayili “İlkögretim ve Egitim Kanunu” nun 12. maddesindeki “mecburi ilkögretim çaginda bulunduklari halde zihnen, bedenen, ruhen ve sosyal bakimdan özürlü olan çocuklarin özel egitim ve ögretim görmeleri saglanir” hükmü ile zorunlu ilkögrenim çaginda bulunan engelli çocuklarin egitimleri yasa önünde taninmistir ( Gökçe, Kartal, Ridvanoglu, Erezkan ve Alışcı, 2002). Yine Bir baska yasal düzenleme ise 1967 yilinda kabul edilen 931 sayili “İs Kanunu”dur. Bu kanun daha sonra 1971 yılında 1475 sayili yasa ile yeniden düzenlenmistir.1978 yilinda yürürlüge giren “Özel Egitim Ögretmenligi Sertifika Programi” ile ilgili bölüm, özel egitimin her dalina ögretmen yetistirmeye baslamis ve 625 sinif ve ders ögretmeni yetistirmistir. 1965 yilindan 1982 yilina kadar özel egitim personeli yetistirme açisindan tek kaynak durumunda olan Özel Egitim Bölümü 1982 yilinda YÖK Yönetim Kurulu karari ile Egitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü ile birlestirilmistir (Akçamete ve Kaner, 1999; DPT, 1992).1971 yilinda halen yürürlükte olan '1475 sayili Yasa ” kabul edilmstir.
1973 yilinda , 1739 sayili “Millî Egitim Temel Kanunu” kabul edilmistir. Bu kanunun 8. Maddesinde “ özel egitime ve korunmaya muhtaç çocuklari yetistirmek için özel tedbirler alinir” ifadesinin yer aldigini görmekteyiz. 1983 yilinda genel müdürlük, Özel Egitim ve Rehberlik Dairesi Baskanligi’na dönüstürülmüs ise de, 1992 tarihinde kabul edilen 3797 sayili yasa ile tekrar Özel Egitim Rehberlik ve Danisma Hizmetleri Genel Müdürlügü kurulmustur.
Daha sonra 1983 yilinda Anadolu Üniversitesi Egitim Fakültesinde, Özel Egitim Ögretmenligi Programi baslatilmis ve ilk mezunlarini 1987 yılında vermistir (Çağlar, 1990).
1980’li yilllar, özel egitim ögretmeni yetistirme açisindan olumlu gelismelerin yasandigi yillardir. Anadolu Üniversitesi’nde açilan programin ardindan yine 1986 yilıida Gazi Üniversitesi Gazi egitim Fakültesi' nde Özel Egitim Bölümü Görme ve Zihin Engelliler Ögretmenligi Programlari baslatilmistir.1982 Anayassiniin 41., 42., 49., 50., 60. ve 61. maddeleriyle ailenin korunmasi, egitim ve ögrenim hakki ve ödevi, çalisma hakki ve ödevi ile sosyal güvenlik hakki konularinda herkesin yasa önünde esit olduğu ifade edilmis, 61. maddede ise “Devlet sakatlarin engellilerim korunmalarini ve toplum hayatina intibaklarini saglayici tedbirleri alir” ifadesi yer almaktadir. Bu ifade ile tüm engellilere yasalarca engelli olmayanlarada verilen haklar verilerek, yasalar önünde herkesin esit olması saglanmistir. Özel egitim alaninda 1980’li yilllarda gözlenen bir diger gelisme ise 1983 yilinda kabul edilen,
2828 sayili “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu”dur.
Bu kanunun 3. Maddesinin c fikrasina göre “özürlü” doguştan veya sonradan herhangi bir hastalik veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yeteneklerini çesitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle, normal yasamin gereklerine uyamama durumunda olup, korunma, bakim, rehabilitasyon, danismanlik ve destek hizmetlerine ihtiyaci olan kisi olarak tanimlanmistir.
1983 yilinda 2916 sayili “Özel Egitime Muhtaç Çocuklar Kanunu” yürürlüğe girmistir.
Bu kanundan sonra, Engelli çocuklarimizla ilgili çikan mevzuati “ Kanun, yönetmelik, yönerge, genelge vb.” gerek Halil Trkmen 2. kisisel sitemdeki Makalelerde defalarca belirttim. Ayrintili ve kapsamli bilgilere bu makalelerden erisebilirsiniz.
Ancak özetle: Engelli Çocuklar bizim ülkemizin çocuklaridiir.Onlar unutmamalidir ki geleceklerimizdir. Temel Kanun olan Anayasada’ belirtilen “egitim hakki” özürlü, özürsüz ; ülkemizde yasayan tüm bireyler için verilmis bir hakdir. Bu hakkin esit kullanimi, tarihi gelisimde izlendigi gibi gecikmis yani geç verilmis bir hakdir. Devletin Sosyal Devlet olmasinin gereklerindendir. Geriye dönüsü bile olasi degildir.
Normal insanlar gibi engellilerin de, engel durumlari ne kadar erken yaslarda tanilanip, gerekli önlemler ve egitim kosullari olusturulup, ihtiyaçlarina en uygun olan egitim; geç kalinmadan verildigi süreçte engelli gelisir ve süreç içinde akranlari seviyesine gelmese bile yaklasir. .Diger değisle bagimsiz olarak yapmasi gerekli olan islevleri yapar duruma gelir. 'Ögrenmeyen ve gelismeyen cocuk yokdur. Var ise tek sebebi egitimdir Yeter ki cocuklarin bireysel özelligini dikkate alan egitim kosullari olusturularak,bireye uygun egitim verilsin.
Ben egitim ve Ülkemizdeki Egitimin nasil olmasi gerektiğini 2000 yilinda bitirdigim ve 2003 yilindan beri , Gelecegin Egitimi kişisel sayfamda GELECEGİN EGiİTİMİ “Çağdas, Bireysel ve Yönlendirici Eğitim Sistemi “ alı kitabı okumanızı öneririm. Aşağıda bu kitabın 1. baskısından bazı alıntılar sunulmuştur.
Eğitim, bireylerin yaşantılarında amaçlanan hedefler doğrultusunda, kasıtlı, istendik ve kalıcı davranış degistirme sürecidir. Eğitimin girdisi olan öğrencinin davranislari, eğitimi süresinde değiştirilmek istenen hedef davranislar ve belirli amaçlar doğrultusunda degistirilmeye çalisilir. Degisen bu olumlu ya da olumsuz davranislar alinan üründür. Diğer degisle eğitim dizgecinin çitilaridir. Bu çiktilarin hedeflenen amaçlar dogrultusunda olup, olmadiginin sistemce kontrol altina alinmasi ve değerlendirilmesi gerekir. Değerlendirme sonucu hedeflenen amaca ulaşmak için çaba gösterilmesi gerekir. Eğitim islevinin bir bütünlük içinde tüm bu unsurları taşıyan biçimine Eğitim Dizgeci diyoruz. Bu günkü Eğitim Sistemi, Milli Eğitim Temel Kanununda ve Anayasamızda belirtilen ilkelere uygun eğitim işlevini, eşitlikçi ve öğrenci merkezli olarak gerçekleştirme görevini yerine getirememektedir. Bu yönü ile demokratik, çağdaş ve evrensel bir sistem olmaktan uzak ilkel bir yapıya sahiptir Bu yapıt bir gün basımı yapılarak yayımlanacak, okuyucularımca okunacak.
Ancak bitmedi !.. Bitmeyecek !.. Hep açtı!.. Hep Susamıştı !..
Hep aç ve susuz kalacak !..
Günümüzde, gelecekte, insan oğlu evrende var olduğu süreçte; kuşaktan, kuşağa, nesilden,nesle her Eğitim Dizgeci gibi bu yapıttaki eğitim dizgecinin de sürekli geliştirilmesi gerekecektir.
Eğitim sistemlerinde, insanın insan olmasının gerektirdiği evrensel değerler, yalnız insana has değerlerdir. Çağdaş bir insan toplumu olmanın felsefesi, çağa uygun insan olmanın gerektirdiği tüm değerlerin yaşam biçimine dönüştürülmesidir. Bu değerlerin teknolojinin, bilimin, evrensel bazı güçlerin ya da kendi ürettiklerimizin esiri ya da kölelerine dönüşmemesi, düşünce ürünlerimizle yok edilmemesi için hep var olmaları gereken ve yalnız insana has duygular ve davranış örüntüleri olduğu unutulmamalıdır.
Bu amaçla insanın insan olmasının gerektirdiği bu değerler, sürekli eğitimcilerin düşünceleri, görüşleri, önerileri ve katkıları ile geliştirilmeye, beslenmeye, büyümeye ve sürekli düzenlenmelere gidilmesine ve sistemin yapılanmasında yer almasına ihtiyacı bulunmaktadır.
Çağımızda, bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği, ” Sibernetik Uzay Çagini “ yasadigimiz evrende, artik devletler küçülmeye başlamışlardır. Bu amaçla bir çok ulus ya da devlet bir araya gelerek “Avrupa Birlesik Devletleri, Avrasya Devletleri, 3. Dünya Devletleri, Afrika ve Orta Dogu Devletleri, Amerika Birlesik Devletleri vb” birlikler olusturmaya ihtiyaç ve gereksinim duymaktadirlar. Bu birliklerden yola çikarak, küçülen dünyamızda süreç içinde bir bütünleşme ile dünyanın birliğine doğru bir gelişme, birliktelik ve bütünleşme yakın çağımızda yaşanacaktır. “Dünya Devletinin” Dünyamizin korunmasi, tüm olanaklardan her insanin eşit yararlanması için bu zorunludur. Bu nedenle de herkes için geçerli çağdas bir egitim zorunlu hale gelecektir. Tüm bu amaçlarla globalleşen dünyamızda, eğitim, bilgi, iletişim, enformasyon, teknoloji, siyaset, ekonomi vb. alanlarda insan oğlunun birlikteligine, baris içinde birlikte yasamasina, anlasabilmesine, tüm olanaklardan eşit ve birlikte yararlanmalarına ihtiyaç bulunmaktadir. Bu gün insanlarin, bilgiye ulasmasi, bilgiden yararlanmasi, bilgiyi kullanmasi ve tüm toplumun yararina ve hizmetine sunmasi; daha gelişmiş, daha kalkinmis, daha özgürlükçü, daha demokrat, daha insancil, daha barisçi, daha çagdas bir ülkeyi ve dünyayı gelecek kuşaklara ve nesillere birakma özlemimizin; çagdas, demokratik bir egitimle gerçeklesecegi unutulmamalidir.
Ülkemizin, gelecekte dünya aileleri arasinda, uygar bir ulus olarak yer alabilmesi için ülkemiz üzerinde yasayan tüm bireylere bu bilincin verilerek, insan olmanin gerektirdigi, çagdas, demokrat, laik ve özgürlükçü bir ulus olarak; gelecegine güvenle bakacak güven ve öz güveni gelişmiş; kendisi, çevresi ve tüm toplumla barisik; sevgi ortaminda büyüyerek, kendini ve insanlari sevmekten, ülkesini ve dünyayi seven, koruyan; insan haklarini savunan, koruyan ve uygulayan; laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti ilkesini gözeten ve tüm yönleri ile esit uygulayan, bilimsel ve hür düsünceye sahip ; tüm bu insani ve toplumsal özellikleri yaşam sekline dönüstüren; sağglikli kisilikli, verimli, kendine ve topluma yararli üretken bireylere dönüstürülmeleri, bunlari gerçeklestirmek için daha çagdaş ve daha demokratik ve ögrenci merkezli bir egitime ihtiyaç bulunmaktadir.Egitimimizin bu günkü yapisina baktigimizda insanin insan olmasinin gerektirdigi, çagin kosullarina uygun erdem olan evrensel değerleri kazandirmaktan uzak oldugunu, süslü yazilarla metinlerde bulunmasina ragmen, uygulamada bunlari davranisa dönüstürecek bireyleri yeterince yetistiremedigi ; sevgiye- saygiya, özveriye tutsak, kendine ve yakin çevresine güvensiz, özgüvensiz, mutsuz, umutsuz, karamsar, kötümser, bencil, kendi çikarlarini toplumun çikarlarinin üstünde tutan, soyan, talan eden, kaçiran, göçüren ve bu davranişlari kurnazlik diye maharet bilen, kisacasi doganin sundugu olanaklari bilinçsizce tüketen, insan olmanın gerektirdigi olumlu davranislardan çok olumsuz davranis örüntülerini alişkanliga ve yasam biçimine dönüstürmüs bireylerin yetistirilmesine, zemin hazirladigi aci gerçegi ile karsi karsiya gelmekteyiz.
Çagdas bireylere dönüşmek yerine, çagdisi kalmis ve çagdisilik özlemlerini sürekli yaşayan bireyler; demokratik, laik, özgür, bagimsiz, hür düsünen bireyler yerine, demokrasiye, laiklige, insan hak ve özgürlüklerine hatta Atatürk’e düsman, kaderci ve gerici bireyler; çaliskan, saglikliı kisilikli, üretken, verimli ve topluma yararli bireyler yerine, ben merkezli, bana neci, bilinçsizce tüketen sagliksiz kisiliksiz bireyler; ülkemize ve topluma kazandirma işsevini gerçeklestirerek; insanlarimizi sürekli çagin gerisinde kalmaya, sürec icinde, Uygar Avrupa, Dünya Devleti ailesi olma yerine barbar olmaya mahkum ettigimiz gerçegi ile karsi karsiya kalmaktayiz. Oysa çağdas bir ulusa dönüsmenin, tüm alanlarda çağdaslasma ve bu gününe, geleceğine güvenle bakan saglikli kisilikli, üretken bireyler yetistirmekten geçtigi, bunun tek yolunun Ögrenci ve Ögreten Merkezli Bir Egitim oldugu gerçegidir
Okuyacaginz bu yapitda,ülkelerin gelisip,kalkinmasinda ve çagdas dünya ailesi içinde uygar bir ulus olarak yer almasinda,ülkede verilen egitimin ne kadar önemli oldugu ve hükümetlerce önemsenmesi gerektiği üzerinde durulmustur.
Evrende yaşayan her canli varlligin belirli oranlarda ögrenebildiginden yola çikilarak,her insanin doğuştan getirdigi potansiyeli oraninda öğrenip,kendini gelistirebilecegi; bireylere uygun kosullarin oluşturulduğu eğitim ortamlarinda her bireyin optimum düzeyde öğrenebilecegi, potansiyeli oranında kendini geliştirebileceği, bireye uygun eğitimin nasil gerçekleşebileceği vurgulanmistir.
Eğitilenin insan olması nedeni ile eğitimde yapilan hatanin telafisi olmayacagi, ürününün tekrar insana dönecegi unutulmadan insana gereken önem ve değerin verilmesi için öğrenci merkezli bir eğitime ihtiyaç bulunduğu;eğiten ve eğitilenlerin oluşturdukları kurullar ve komisyonlar kanalı ile demokratik ve katılımcı bir eğitim yönetimi yapısını oluşturmaları hedeflenmiştir.
Eğitim demokratik,çağdaş ve özerk bir yapıya kavuşmasında en büyük engellerden biri olan eğitimin siyasete alet edilmesi ve yetkilileri tek elde toplayan merkeziyetçi hantal bürokratik yapısıdır.
Bu amaçla eğitim siyasetten arindirilarak yetkiler yörelere devredilerek eğiten ve eğitilenin yönetimine bırakılmalıdır. Program merkezli, ezberci ve kuru bilgi yükleyici, sınav endeksli ve eleyici, bilimsel ve çağdaş olmaktan uzak bir eğitim dizgecine alternatif olarak,öğrenci merkezli,öğrencinin aktif olduğu ve öğrenmenin öğrenilmesinin gerçekleştiği ve sınavı ortadan kaldırıp yönlendirmenin önerildiği bilimsel, çağdaş ve demokratik bir eğitim dizgeci önerilmiştir.
Eğitim alanında yıllar süren araştırma, uygulama ve deneyimlerimin ürünü olan bu yapıttan, başta eğitimcilerin, eğitilenlerin ve tüm okuyucularımın yararlanacağı, onların görüş ve katkıları ile besleneceği ve gelişeceği umudunu taşımaktayım.
Çağdaş bir eğitimin, bugünün insanını yetiştirmekten çok geleceğin insanını yetiştirmeyi amaçlaması, geleceğe uygun planlanması,programların uygulayan eğitimcilere oluşturulması,öğrenilen bilgilerin ürünlerinden tüm insanlığın yararlanması ve öğrenci kontenjanlarının ihtiyaçlara uygun belirlenmesi.
Başlangıçta yapılan her düzenlemede, gerekli alt yapı, personel ve diğer koşullar oluşturulmadan “Yasal Düzenlemelere Gidilmesi” diğer ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizin en belirgin ve kurtulamadığımız hastalıklarındandır. Hastalıkları olarak, ola gelmiştir…!
Engelliler ile ilgili tüm düzenlemelerde de bu hastalığımızı gözlemlemek olasıdır. Eğitim işlevinin MEB tarafından yürütülmesi esas iken, Engelliler SHÇEK Mevzuatına göre eğitilmiş ve denetim yeterince sağlanamadığı için istenmeyen sorunlar ortaya çıkmıştır. MEB ‘ e bağlı kurumlarca eğitimine, 1996 yılında yürürlüğe giren 573 sayılı “ÖZEL EĞITIM HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME “ ile karar verilmiş, “Engellilerin eğitiminin, erken çocukluk döneminden başlayarak, okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim yükseköğretim yaygın eğitime ilişkin ilkeler belirlenmiştir. “ ancak 2006 yılında bu kurumlar SHÇEK ‘ ten ,MEB ‘ na bağlanmıştır. 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu iptal edilerek 5580 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu yürürlüğe girmiştir. Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliğide değişmiştir.
Görüldüğü gibi yasalarda düzenlemelerin tam olarak gerçekleşmesi 5 ile 15 yıllık bir geçiş sürecini kapsamaktadır. Günümüzde bu kurumların açılışları konusunda, kimlerin açabileceği konusunda, hangi ortamlarda, hangi araç, gereç ve koşullar oluşturularak,kimler tarafından ve nasıl bir eğitimle vb. eğitim verilmesi gerekli hususlarda; süreç içinde gerkli düzenlemeler yapılmaması, bu değerli eğitim kurumlarını “Eğitim Amaçlı değil de Ticari Amaçlı görenlerin heveslerini kabartmaya devam etmektedir. Başlangıçta tamamen engellilerin eğitimi konusunda masumane alınan kararlar, süreç içinde gerekli yasal düzenlemelerin yapılmaması ve gecikmesi sonucu; bir çok aksaklık ve sorunu da beraberinde getirmektedir.
Örnekler vermek gerekirse: Başlangıçta Fakültelerin “Özel Eğitim Öğretmenliği” programları mezunları ihtiyacı karşılamadığı için alternatif olarak; “Illerde benimde yıllarca öğretim görevlisi olarak görev aldığım” “Alt Özel Sınıf Öğretmenleri Özel Eğitim Kursu” ile alt özel sınıf özel eğitim öğretmenleri, süreç içinde MEB Hizmet- içi Eğitim Dairesi’ nin düzenlediği kurs sertifikalı “Özel Eğitim Sınıf Öğretmenleri “ görevlendirilmiştir. Psikolog/PDR/ Rehber Öğretmen kadrolarına alternatif olarak önce Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin Planlama ve Program, Ölçme Değerlendirme vb. Lisans mezunlarına, bu alanlarda Mastır yaptırılması alternatif olarak getirilmiştir. Kişisel kanımca doğru olanı budur. En azından Eğitim Fakültesi mezunu ve bu alanda 2 yıllık ek bir eğitim alarak yetiştirilmektedir.” Bu aralar, makalelerim de belirttiğim gibi Eğitim Fakültesi Mezunlarının 2.yıllık bir mastır programı ile Özel Eğitim Öğretmeni” ihtiyacını karşılamak için henüz yasal hale getirilememiştir.
Tabiî ki, sertifikalı bu görevlere başlayan her alanda personelin kazanılmış hakkı olduğu için ihtiyaç duyulan personel için açılan kursların sınırlı tutulması, öncelikli olarak alan mezunlarının görevlendirilmeleri esas olmalıdır. Yine özel eğitim kurumlarının eğitimciler tarafından açılıp, yürütülmesi esas olmalıdır ki bu kurumlara devam edeni engelliler, engelli oldukları için en az normal bireyler kadar önemsenerek; gelecek kuşakların sağlıklı ve kaliteli eğitim almaları ve topluma yararlı bireyler olarak yetiştirilmeleri, hedeflensin ve gerçekleştirilsin.
Engellilerin, normal çocuklarımız gibi her düzeydeki eğitim öğretim çalışmalarından tüm engelli “ ön eğitim, okul öncesi, ilköğretim/lise,üniversite her yaşta ve eğitim seviyesinde “ çocuklarımızın yararlanması için hizmetlerin yaygınlaştırılması gerekmektedir. Hangi yaşta olursa olsun tüm engelli bireyler potansiyellerini en üst düzeye çıkarabilmek için parasız “Devletin Temel Görevidir” uygun eğitimden yararlanmalıdırlar. Her yaştaki parasız eğitim hakkı ailelerinin bağlı bulunduğu sosyal güvence gözetilmeksizin tüm çocuklara verilmelidir. Ülkemizde engelli bireylerin yaşama, eğitim, çalışma gibi hakları yasalarca belirlenmiştir. Ancak bu hakların hayata geçirilmesinde güçlükler bulunmaktadır. Ileriye yönelik yapılacak çalışmalarda bu güçlüklerin ortadan kaldırılmasına çalışılmalıdır. Engelli bireylere yönelik olarak sürdürülen çalışmalarda yaşanan bir diğer sorun bu hizmetlerin yalnızca sayısal olarak sınırlı olması değil, aynı zamanda niteliklerinin de birbirinden farklı olmasıdır. Bu nedenle verilen hizmetlerin niteliğinin artırılması da ileriye yönelik hedefler arasında yer almalıdır. Türkiye’de özel eğitime gereksinimi olan bireyler için gerekli planlamaların yapılması bu bireylerin sayılarının bilinmesini gerektirmektedir. Çeşitli engel gruplarının toplam öğrenci nüfusu içindeki oranlarını gösteren istatistikler bulunmamaktadır. Türkiye’deki engelli bireylerin sayısını belirlemek amacıyla Başbakanlık Özürlüler Idaresi Devlet Istatistik Enstitüsü ile 1998 yılında bir çalışma başlatmış ancak bu çalışma sonuçlanmamıştır. MEB’nın 1999 verilerine göre, yalnız sıfır- on sekiz yaşları arasında 3 milyon 650 bin engelli çocuğun olduğu görülmektedir. 1999-2000 yılında bu çocukların sadece 38.19’ u , yaklaşık olarak %1’i eğitimden yararlanmış bulunmaktadır ( Gökçe, 2002). Günümüzde bu oranlar artmasına karşın özellikle kırsal kesimde yani köylerdeki engelliler özel eğitimden yararlanamamakta, taşralarda ilçe ve beldelerde Özel Eğitim Kurumlarının sayılarının yetersiz olması ya da hiç açılmaması nedeniyle; özel eğitimden yararlananların sayısı düşünüldüğünden azdır. Bu sayılar bize eğitimde fırsat eşitliği konusunda ciddi sorunlarımızın olduğunu göstermektedir.
Özellikle il merkezlerinde ve bu tür kurumların açıldığı merkezlerde ailelerin genelde bilinçsiz olması nedeni ile kurumlardan farklı beklentiler içinde olmaları, engelliyi kullanmaya çalışmaları, eğitimci olmayan kurucuların bu kurumları ticari düşünerek yaptıkları hatalar vb. nedenlerle, engellinin eğitimi ikinci plana itilmektedir. Engelli bireylere yönelik sürdürülen hizmetlerin kaliteli, verimli ve mevzuata uygun yürütülmesi ve süreklilik içinde gerçekleştirilmesi gelişme için gereklidir. Bu sürekliliği sağlamak için hizmet verenler arasında işbirliği ve eşgüdümün olması da önemlidir. Ayrıca eğitim sürelerinin kısaltılarak, devletin yükünün azaltılması anlayışı yerine kaliteli, sağlıklı ve iyi ve mevzuata uygun eğitim veren kurumların özendirilerek, yerel yönetimlerce desteklemeleri gerekirken, eğitimci ve bu alandan olmadan bu işe soyunanların yaptığı hataları ,yasal zeminde Yerel Yönetimler eli ile tekrarlanması gibi ikinci bir hataya kalkışılması engellilerin topluma yararlı bireyler olarak kazandırılması yerine Belediye Başkanlarının siyasetleri “ Bu siyasete destek verenler tarafından eğitim işinin yürütülmesi” doğrultusunda yetiştirilmesi gibi büyük ve onarılması güç bir tehlikeyi gündeme taşır. Endişesi şimdiden eğitim sevdalısı ve gönüllüsü bir arkadaşınız olarak, beni düşündürmektedir. Temennim çocuklarımız için ÖZELLIKLE ENGELLI ÇOCUKLARIMIZ için alınacak kararların, bilimsel çalışmalarla desteklenen veriler ve araştırmalar sonucu elde edilen bulgular, ilgili üniversite ana bilim dalları TEMSILCILERININ, ilgililerin, ilgili kurumlarların ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin vb. kişi, kurum,kuruluşların görüşleri,alacakları kararlar ve öneriler doğrultusunda hazırlanmasını diliyorum.
BlogSEdaT
...Hoş Geldiniz...BlogSedaT...Türkiye'de Özel Eğitim Ve Makaleler...
5 Nisan 2012 Perşembe
Engelli Hakları ve Özel Eğitimin Türkiye'de Tarihi Gelişimi
Türkiye’de Özel Eğitimin Güçlendirilmesi Teknik İhalesi
Türkiye’de Özel Eğitimin Güçlendirilmesi Teknik İhalesi
Avrupa Birliği’nin Katılım Öncesi Yardım fonları kapsamında açtığı Türkiye’de özel eğitimin güçlendirilmesi teknik ihalesini 30 ay boyuca yürütecek konsorsiyum ortaklığında Tohum Otizm Vakfı da yer almaktadır.
Ağrı, Ankara, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Samsun, Siirt ve Zonguldak illerinin pilot iller olarak seçildiği proje kapsamında, dezavantajlı grup içerisinde yer alan engelli bireylerin eğitime erişimleri ve toplumla bütünleşmeleri için öğrenme ortamlarını ve olanaklarını arttırtmak amaçlanmaktadır.
Ana faaliyetler;
• Bütünleştirmeye yönelik özel eğitim politikası önerilerinin oluşturulması,
• Engellilerin toplumla bütünleştirilmesine yönelik farkındalığın arttırılması,
• Özel eğitim alanında çalışan öğretmenlerin mesleki yeterliliklerinin arttırılması (pilot kurumlarda),
• Her bireyin öğrenme ihtiyaç ve özelliklerine uygun olarak düzenlenen Engelsiz Okul Modeli’nin uygulama konulması,
• Eğitim kurumlarına engelli bireylerin ihtiyaç ve özelliklerine uygun materyal desteğinin sağlanması,
• Rehberlik ve araştırma merkezlerinde yapılan eğitsel tanılama ve değerlendirme hizmetlerinin niteliğinin arttırılması,
• Engelli bireylere yönelik iş ve meslek eğitiminin niteliğinin arttırılması
|
TÜRKİYE’DE ÖZEL EĞİTİM SÜRECİNE GENEL BAKIŞ
TÜRKİYE’DE ÖZEL EĞİTİM SÜRECİNE GENEL BAKIŞ
Rasim Tösten
Tüm çocuklar fiziksel, duyuşsal, bilişsel ve devinimsel anlamda birbirlerinden farklıdırlar. Bu farklılık boylarındaki uzunluğu- kısalığı, hislerindeki duygusal yoğunluğu, yeteneklerindeki farklılığı, öğrenmelerindeki hızı ortaya koyar. Ancak özel gereksinimi olan birey söz konusu olduğunda diğer çocuklara benzerliklerinden daha çok farklılıkları dikkate çarpar. Bunun nedeni ise bazı engel türlerinin öğrenmedeki etkisidir (Akçamete 2009, 32). Davranış değiştirme ve geliştirme süreci olan eğitim, bireysel özelliklerin ayrıntılı bir şekilde ele alındığı süreçtir. Bu bağlamda yürütülen eğitim- öğretim faaliyetlerinde anlamlı farklılık gösteren öğrenciler için sağlanan eğitime özel eğitim denir.
Özel eğitim, 1997’de yürürlüğe giren 573 sayılı kanun hükmünde kararnamenin 3. maddesi b fıkrasına göre “özel eğitim gerektiren bireylerin eğitim ihtiyaçlarını karşılamak için özel olarak yetiştirilmiş personel, geliştirilmiş eğitim programları ve yöntemleri ile onların özür ve özelliklerine uygun ortamlarda sürdürülen eğitimdir.” Meyen (1996) ise özel eğitimi, normalden farklı güçlüğü olan bebek ve çocukların özel gereksinimlerini karşılamak için desenlenmiş öğretim faaliyetlerinin tamamını kapsadığını belirtmiştir (Akt. Akçamete 2009, 42).
Özel eğitime ihtiyacı olan birey ise, çeşitli nedenlerle bireysel ve gelişim özellikleriyle eğitim yeterlilikleri açısından akranlarından anlamlı farklılık gösteren bireyi ifade etmektedir (Eurybase, 2009, 235). Özel gereksinimi olan bireyler ya da özel eğitime ihtiyacı olan bireyler ifadesi akranlarına göre anlamlı farklılığı olanları kapsar. Akranlarına göre daha yetersiz olanlar ve akranlarına göre fazla veya daha gelişmiş özelliği olanlar (üstün yetenekliler gibi) bu grupta değerlendirilir. Bu durumda kullanılan ifadenin bütünleştirici özelliğinin olduğu söylenebilir (Akçamete, 2009, 33).
Özel eğitim hizmetlerinin sunulmasında görev alan devlet kuruluşları ve özel kuruluşlar vardır. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’e bağlı Özel Öğretim Kurumları Başkanlığı, başbakanlığa bağlı Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Rehberlik ve Araştırma Merkezleri (RAM), Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Genel Müdürlüğü, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu bunlardan bazılarıdır. Bireyin eğitim ve öğretim ihtiyacının karşılanması için oluşturulan bilim sanat merkezleri, iş okulları, mesleki eğitim liseleri, hastane okulları, işitme engelliler okulu, görme engelliler okulu vb. eğitim kurumlarında ise bireyin akranlarına göre yetersiz görülen özellikleri göz önünde bulundurularak eğitiminin sürdürülmesi amaçlanmaktadır.
Toplumsal alanlarda yaşamaya doğası gereği mecbur olan insanların hiç biri diğerine tam olarak benzemediği önceki ifadelerde belirtilmişti. Aralarındaki bu farklılıklar gelişim özelliklerine etki eden çevresel faktörler ve genetik yapıdan oluşmaktadır. Doğuştan gelen ya da herhangi bir nedenle sonradan kaynaklanan bu farklılıkların toplumda olumsuz yönde söz konusu olması doğru değildir. Toplumsal kültür içerisinde yoğrulmuş bir birey bu farklılıkları olgunlukla karşılayacaktır. Her insanın herhangi bir etki altında kalmadan serbestçe eğitim ve öğretim sürecine dâhil olma hakkı olduğu gibi akranları arasında anlamsal farklılığı olan bireylerin de bu haktan yararlanmaları gereklidir.
Tarihsel sürece bakıldığında kişi hak ve özgürlüklerine geçmişten günümüze aşamalı olarak daha çok önem verildiği görülmektedir. 1800’lü yıllarda özel gereksinimi olan bireylere tanınan haklarla 1900’lü yıllarda tanınan haklar arasında önemli farklılıklar vardır. Türkiye’de özel eğitim alanındaki çalışmaların tarihi 1700- 1800 yılları Osmanlı Devleti’ne dayandırılabilir. Osmanlı Devleti için o dönemlerde özel gereksinimi olan bireylerin yaşlılar evinde korunmasına ve bazılarının yetenekleri doğrultusunda uygun işlerde çalıştırdıklarına yönelik belgeler bulunmaktadır. Örneğin; 1700’lerde önemli bir gelişme, üstün yetenekli bireylerin eğitimi alanında olmuştur. Osmanlılarda üstün yetenekli ve zekâlı çocuklar için kurulmuş olan “Enderun Mektepleri” üstün veya özel yeteneklilerin dünyadaki ilk sistemli seçim, istihdam ve eğitim örneği olarak görülmektedir (Kargın, 2004).
1889’da İstanbul’da Grati Efendinin öncülüğünde Ticaret Mektebi bünyesinde işitme güçlüğü olan çocuklar için eğitim okulu ve 1890’da görme engelliler için de aynı okula bir bölüm eklenmiştir.
1913’te Tedrisat-ı İptidaiye Kanunu ile özel eğitimin geliştirilmesi kararı alınmıştır.
1921’de Özel İzmir Sağırlar- Körler Okulu bir dernek tarafından açılmış ve 1924’te sağlık bakanlığına devredilmiştir.
1949’da Korunmaya Muhtaç Çocuklar Kanunu (5387 sayılı) çıkarılmıştır.
1950’de Özel Eğitim Hizmetleri (MEB’e bağlı) Başkanlığı kurulmuştur.
1961’de bireylere yönelik ilk defa anayasal düzenlemeyle (1961 Anayasası’nın 50. maddesi) gerekli eğitim hizmetleri sunulması kararlaştırılmıştır.
1983’te gelişmiş ülkeler model alınarak kapsamlı çalışmaya gidilmiştir. Kaynaştırma programları gündeme gelmiştir (Özel Eğitime Muhtaç Çocuklar Kanunu, 1983, sayı:2916).
Devlet bünyesinde özel eğitime ayrılan pay her geçen gün arttırılmaktadır. Örneğin; 2000–01 öğretim yılında özel eğitim kurumlarının sayısı 363 iken 2007-08’de 744’tür. Yine aynı dönemlerdeki öğretmen sayıları 2728 iken 6574 olmuştur (MEB Sayısal Veriler, 2000–08 arası).
Günümüzde ise 744 kurum, 6500 uzman ve 33000 öğrenci ile faaliyet yürütülmektedir (Milli Eğitim İstatistikleri, 2007–2008).
Kişiye verilen önem ve değerin daha da arttığı bireyselleşen bir toplum görmekteyiz. Bu bakımdan dünya nüfusunun önemli bir kesimini oluşturan özel gereksinimi olan bireylerin ihtiyaçları da göz önünde bulundurulmaktadır. En önemli hakları olan eğitim ve öğretim hakkı şüphesiz ihmal edilmeyecek bir konudur. Özellikle 1950’lerden sonraki eğitsel gelişmelere bakıldığında çok ayrıntılı olarak değerlendirilen iyileştirme kanunları görülmektedir. Bilim sanat merkezi, meslek edindirme okulları, kaynaştırma programları gibi çok sayıda uygulamalarla özel eğitim ihtiyacı duyan bireylerin toplumla barışık, mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşaması ve toplumda önemli bir yere sahip olduklarının hissedilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır.
Bu çalışmalar eşiğinde yetersiz kalınan birçok farklı boyut vardır. Özel eğitime gereksinim duyan bireylerin aileleriyle olan bağlantıların bir hayli zayıf olduğu görülmektedir. Ailelerin RAM’larda eğitilmeleri çok önemli iken eksikliklerin olduğu görülmektedir (Ertem, 2005).
Yine, kaynaştırma sınıfı uygulamalarında öğrencinin akranlarıyla olan ilişkilerinin normalleşmesi amaçlanırken ilgili sınıf öğretmenlerinin bu bağlamda yeterli düzeyde bilgilerinin olmadığı görülmektedir. Yapılan araştırmalar eğitim fakültelerinin birçoğunda şimdiye kadar özel eğitim derslerinin verilmediğini tespit etmiştir (Çetin, 2004).
Öğretmenler özel eğitim, kaynaştırma uygulaması ve bireyselleştirilmiş eğitim programı hazırlanmasında yetersiz olduklarını belirttikleri halde özel eğitim uzmanlarından yeterince yararlanamadıklarını belirtmişlerdir (Batu ve Topsakal, 2003).
Devlet bünyesinde özel eğitime gerek duyan öğrencilerin eğitimine yönelik özel kuruluşlara önemli miktarda ödenek ayrılmaktadır (Özürlüler Kanunu, 2005, 5378, m.35). Ancak denetim eksikliğinden dolayı özel sektördeki işletmecilerin bir kısmının bu iyi niyeti su-i istimal ettikleri bazı zaman anlaşılmaktadır.
Şehir merkezlerinde özel eğitime gereken destek verilirken kırsal yerleşkelerde kalan özel gereksinimli bireyler ihmal edilmektedir. Ulaşım problemi olan yerleşim yerleri için yatılı okullar var iken özel eğitime ihtiyacı olan bireyler için bu durum çok yetersizdir.
Sonuç olarak; özel eğitime verilen destek günden güne artmaktadır. Bu konuda birçok çalışma yürütülmektedir. Mevsimlik işçi olarak göç edenlerle ilgili ilköğretim yönetmeliğindeki 25. ve 27. madde hükümleri (İlköğretim Kurumları Yönetmeliği, 25), istatistik kurumuna yaptırılan “Türkiye Özürlüler Araştırması” (Eurybase, 2009, 246), 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nda yapılan düzenlemelerle özel eğitim kurumları açılma ilkelerinin yeniden belirlenmesi, yapılan çalışmalara örnek olarak verilebilir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus yapılan çalışmaların biraz daha dikkatli yürütülmesi, boyutlarının arttırılması ve denetleme sürecinin daha da önemsenmesidir.
Türkiye'de özel eğitim
Türkiye'de özel eğitim
Türkiye’de özel eğitimle ilgili yasal düzenlemelere baktığımızda, A.B.D.’deki ve İngiltere’deki yasal düzenlemelerden yararlanıldığını görmekteyiz. Türkiye’de 6 Haziran 1997 tarihinde yürürlüğe giren Özel Eğitim Yasası'nda (KHK/573) özel eğitimin temel ilkeleri şöyle ifade edilmektedir:
Özel eğitim gerektiren tüm bireyler, ilgi, istek, yeterlilik ve yetenekleri doğrultusunda ve ölçüsünde özel eğitim hizmetlerinden yararlandırılır.
Özel eğitime erken başlamak esastır.
Özel eğitim hizmetleri, özel eğitim gerektiren bireyleri sosyal ve fiziksel çevrelerinden mümkün olduğu kadar ayırmadan planlanır ve yürütülür.
Özel eğitim gerektiren bireylerin, eğitsel performansları dikkate alınarak, amaç, muhteva ve öğretim süreçlerinde uyarlamalar yapılarak diğer bireylerle birlikte eğitilmelerine öncelik verilir.
Özel eğitim gerektiren bireylerin her tür ve kademedeki eğitimlerinin kesintisiz sürdürülebilmesi için her tür rehabilitasyonlarını sağlayacak kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılmalıdır.
Özel eğitim gerektiren bireyler için bireyselleştirilmiş eğitim planı geliştirilmesi ve eğitim programlarının bireyselleştirilerek uygulanması esastır.
Ailelerin, özel eğitim sürecinin her boyutuna aktif katılımlarının sağlanması esastır.
Özel eğitim politikalarının geliştirilmesinde, özel eğitim gerektiren bireylerin örgütlerinin görüşlerine önem verilir.
ı) Özel eğitim hizmetleri, özel eğitim gerektiren bireylerin toplumla etkileşim ve karşılıklı uyum sağlama sürecini kapsayacak şekilde planlanır.
Bu yasal düzenleme, özel eğitim hizmetlerinin yaygınlaştırılmasına ve daha nitelikli hale getirilmesine katkıda bulunacak özelliklere sahip gözükmektedir.
Kaynak: Doç. Dr. Gönül Kırcaali-İftar, Editör: Prof. Dr. Süleyman Eripek, “Özel Eğitim”, Ünite-1, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 1018, Açıköğretim Fakültesi Yayınları No: 561, ISBN 975-492-767-7, 1998
EK MAKALE VE SÖYLEŞİ
ÖZEL EĞİTİME BAŞVURMA
SÜRECİ
Çocuğunun özel eğitim gerektiren bir problemi olduğunu öğrenen aileler neler yapabilirler. Bunu da Özel İlkem Özel Eğitim Ve Rehabilitasyon Merkezi’nden Psikolog İlke Erdaş yanıtlıyor:
Özel eğitim alınmasının gerekli olduğunu belirtir sağlık kurulu raporları gerekli öncelikle. Ülkemizde özel eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı çalışıyor. Bu yüzden özel eğitim kurul raporları da bakanlığa bağlı Rehberlik Araştırma Merkezleri tarafından verilebiliyor. Her ilçede bir Rehberlik Araştırma Merkezi var. Her aile ikamet adresinin bağlı olduğu Rehberlik Araştırma Merkezine başvuruyor ya da bir sağlık profesyoneli tarafından gönderiliyor ve çocuğunun değerlendirilmesi için randevu alınıyor. Eğitsel tanı (zihinsel gerilik, öğrenme güçlüğü vs) gerektiren durumlarda sağlık kurulu raporuna gerek duyulmadan değerlendirmeyi Rehberlik Araştırma Merkezi yapabiliyor. Ancak otizm, beyin felci, Down sendromu gibi klinik ortamda değerlendirme gerektiren durumlarda tam teşekkülü bir eğitim ve araştırma hastanesinden alınmış, çocuğun özür durumunu ve özür yüzdesini belirten heyet raporu isteniyor ve bu rapor doğrultusunda işlem yapılıyor. Bu süreçte aileleri zorlayan en büyük problem işlemlerin çok yavaş yürümesi. Bu durum da şehirden şehire değişebiliyor. Özellikle de İstanbul için konuşmak gerekirse: Sağlık kurulu raporunu eğitim ve araştırma hastaneleri veriyor. Bu hastanelerdeki çocuk ve ergen psikiyatristi sayısının da oldukça az olması göz önüne alınırsa; randevu almak, muayene, nöropsikolojik değerlendirme ve tanı konulması süreci ve sağlık kurulu raporunun çıkması uzun zaman alıyor. Bundan sonra da Rehberlik Araştırma Merkezi aşaması başlıyor. Oradan da randevu almak, testlere girmek, raporun çıkmasını beklemek derken işler aylarca uzayabiliyor. Her çocuğun raporunun geçerlilik süresi bir yıl. Bir yılın sonunda çocuk Rehberlik Araştırma Merkezinde ya da hastanede tekrar değerlendirmeye alınıyor. Ve uygun görülürse rapor yenileniyor.
Son zamanlarda
yapılan ve özel eğitimcileri ilgilendiren bazı değişimlere de dokunmadan
yapamıyor Psikolog Erdaş: "Önceki yıllarda devletin özel eğitim
giderlerini karşıladığı belirli tanı gruplarına destek kesildi. Sınır zeka
düzeyindeki çocuklar, özel öğrenme güçlüğü ve hiperaktivite teşhisi konulan
çocuklar özel eğitim kapsamının dışına çıkarıldılar. Artık bu tanıları alan
çocukların özel eğitim giderleri devlet tarafından karşılanmıyor. Bu koşullar
altında; ekonomik durumu yeterli olan ailelerin çocukları özel eğitim
giderlerini karşılayabildiler ancak bu destekle eğitimini sürdüren dar gelirli
ailelerin çocukları tamamen kaderine terk edilmiş oldular ya da çok zorlandılar.
Olumlu bir değişim de var ki; devlet desteği önceden on sekiz yaşa kadar
geçerliydi, bu sınırlama bu yıl kalktı. Artık on sekiz yaş üstü bireylerin özel
eğitim giderleri de devlet tarafından karşılanabiliyor. Ancak erişkin hastalar
için çok daha gerekli olan bir durum var ki; onların beceri eğitimi ve mesleki
oryantasyonu. Bu; ülkemizde tam anlamıyla yapılamıyor."
SÖYLEŞİLER VE MAKALELER AHMET ÇEVİKASLAN, EDİTÖR, ÇOCUK AJANDASI
Çocuğunun özel eğitim gerektiren bir problemi olduğunu öğrenen aileler neler yapabilirler. Bunu da Özel İlkem Özel Eğitim Ve Rehabilitasyon Merkezi’nden Psikolog İlke Erdaş yanıtlıyor:
Özel eğitim alınmasının gerekli olduğunu belirtir sağlık kurulu raporları gerekli öncelikle. Ülkemizde özel eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı çalışıyor. Bu yüzden özel eğitim kurul raporları da bakanlığa bağlı Rehberlik Araştırma Merkezleri tarafından verilebiliyor. Her ilçede bir Rehberlik Araştırma Merkezi var. Her aile ikamet adresinin bağlı olduğu Rehberlik Araştırma Merkezine başvuruyor ya da bir sağlık profesyoneli tarafından gönderiliyor ve çocuğunun değerlendirilmesi için randevu alınıyor. Eğitsel tanı (zihinsel gerilik, öğrenme güçlüğü vs) gerektiren durumlarda sağlık kurulu raporuna gerek duyulmadan değerlendirmeyi Rehberlik Araştırma Merkezi yapabiliyor. Ancak otizm, beyin felci, Down sendromu gibi klinik ortamda değerlendirme gerektiren durumlarda tam teşekkülü bir eğitim ve araştırma hastanesinden alınmış, çocuğun özür durumunu ve özür yüzdesini belirten heyet raporu isteniyor ve bu rapor doğrultusunda işlem yapılıyor. Bu süreçte aileleri zorlayan en büyük problem işlemlerin çok yavaş yürümesi. Bu durum da şehirden şehire değişebiliyor. Özellikle de İstanbul için konuşmak gerekirse: Sağlık kurulu raporunu eğitim ve araştırma hastaneleri veriyor. Bu hastanelerdeki çocuk ve ergen psikiyatristi sayısının da oldukça az olması göz önüne alınırsa; randevu almak, muayene, nöropsikolojik değerlendirme ve tanı konulması süreci ve sağlık kurulu raporunun çıkması uzun zaman alıyor. Bundan sonra da Rehberlik Araştırma Merkezi aşaması başlıyor. Oradan da randevu almak, testlere girmek, raporun çıkmasını beklemek derken işler aylarca uzayabiliyor. Her çocuğun raporunun geçerlilik süresi bir yıl. Bir yılın sonunda çocuk Rehberlik Araştırma Merkezinde ya da hastanede tekrar değerlendirmeye alınıyor. Ve uygun görülürse rapor yenileniyor.
SÖYLEŞİLER VE MAKALELER AHMET ÇEVİKASLAN, EDİTÖR, ÇOCUK AJANDASI
GÜNCEL SORUNLAR
2000’li yılların Türkiyesi’nde özel eğitimin güncel problemlerine farklı disiplinlerden gelen uzmanlar farklı açılardan yaklaşıyorlar ama ifade edilen sorunların genellikle ortak olduğu da gözleniyor.
İlk olarak görüşlerine başvurduğumuz Çocuk Ve
Ergen Psikiyatr Uzm Dr Gökçe Küçükyazıcı; kendisine başvuran özürlü
çocukların özel eğitime başlamasında ve sürdürmesinde, ekonomik sorunların başta
gelen en büyük engel olduğunu vurguluyor. Ayrıca ailenin teşhise ilk anda
verdiği tepkinin önemli olduğunu, çünkü teşhise güvenememek, karı kocanın
birbirlerini suçlaması ya da kendi içlerinde suçluluk yaşamaları gibi olumsuz
tepkilerin ailenin tedavi uyumunu en baştan bozduğunu belirtiyor. Çözüm
önerileri ise çok bildik aslında: “Özürlü çocuğun tedavisinin planlanması
ve takibinde en büyük sorumlu yine kendi doktoru ancak çoğu hasta kısa sürede
hekim takibinden kopuyor ve bu da tedavi kalitesini olumsuz etkileyebiliyor.
Özel eğitim gerektiren hastalarda, çocuk psikiyatr ya da çocuk nörologlarının ya
da ilgili branş hekimlerinin merkezi noktada olması, çocukla ilgili bütün
disiplinlerin tek merkezden yönetilmesini sağlar, ailelerin istismar edilmesinin
ve olası yolsuzlukların da önüne geçebilir oysa ki. Özürlü çocuklar; doktorların
karşısına ya sağlık raporu alırken ya da ilaç tedavisiyle davranış kontrolü
sağlamak amacı ile getiriliyorlar genellikle. Ebeveynin ruh hali gözden kaçıyor,
merkezin veremediği eğitimler eksik kalıyor vs. Hiç doktor yüzü görmeden
doğrudan rehabilitasyon merkezlerine yönlendirilen ve yanlış teşhislerle
oyalanan aileler var. Bu; Sağlık Bakanlığı yönetmeliklerine de aykırı”
Özürlülere nitelikli özel eğitim sağlamak ile
sağlıklı yaşıtlarının arasına kaynaştırmak arasındaki dengeyi tutturamamamızdaki
paradoksları örnekleriyle açıklıyor Başbakanlık Özürlüler Dairesi’nden Uzman
Psikolog Tayyar Kuz: “Avrupa ülkelerinde onlarca yıl önce kapatılmış
okul tipleri hala ülkemizde faaliyet göstermektedir. Ortopedik engelli bireyler
için oluşturulmuş özel eğitim okullarını buna örnek olarak verebiliriz.
Günümüzde küresel temelde ortopedik özürlülere yönelik bir okulun varlığı,
dünyadaki geçerli mantıksal çerçevenin oldukça dışında gözükmektedir. Ülkemizle
yurtdışını kıyasladığımızda, yurtdışında yaşanan gelişmelerin özürlülerin yaşam
standartlarını ilerletmek ve hayatın tüm alanında ayrımcılığı ortadan kaldırmak
için başlayan özürlü hareketinin doğal sonucu olduğunu görürüz. Ülkemizde ise
benzer bir sosyolojik değişim ve hareket hiçbir zaman oluşmamıştır.”
Dünyada gelişen eğitimde fırsat eşitliği ve demokratik eğitim anlayışının
özel eğitim süreçlerine de yansıdığını ancak ülkemizin bu konuda tutarsız
kaldığını da ekliyor Tayyar Kuz. Asıl tutarsızlığımız ise; erişkin özürlülerin
durumunu ve iş hayatına entegrasyonunu sorduğumuzda ortaya
çıkıyor.”Özürlülerin işgücüne katılım oranı % 21.7 ya da işgücüne dahil
olmayan özürlü nüfus oranı 78.29. Bu oran erkek özürlüler için % 32.2, kadın
özürlüler için ise % 6.7 olarak biliniyor. Özürlülerin % 60.2’si sosyal güvenlik
hizmetlerinden faydalanıyor. Ayrıca mevcut Sosyal Güvenlik Kanunları uyarınca;
özürlüler sosyal güvenliği (bizzat istihdamda olan) olan anne ve babalarının hak
sahibi olarak ömür boyu sosyal güvenlik yardımlarından faydalanabiliyorlar.”
Psikolog Kuz’un anlattıklarına bakılırsa; çocukken okullarda sağlıklı
yaşıtlarıyla kaynaştırmaya çalıştığımız özürlüleri; erişkin olduklarında
toplumla kaynaştıramıyoruz.
GATA Gülsav Özel Eğitim Merkezi’nden Klinik Psikolog Mustafa Sungur ise özel eğitim veren kurumlar arasında iletişim ve koordinasyon eksikliğinin, ayrıca özel eğitim kurumlarının yeterince denetlenememesinin ciddi sorunlar olduğunu belirtiyor. Özürlü çocukların tedavisi sürecinden sorumlu hekim, psikolog, eğitimci, okul vb farklı disiplinlerin birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısı olduğunu vurguluyor ve özürlü çocuğun psikososyal, duygusal ve bedensel bütün ihtiyaçları göz önünde tutulduğunda, bu disiplinlerin işbirliği içinde olmasının özellikle altını çiziyor. Özel eğitim konusunda nitelikli eğitmen sayısının azlığını en önemli sorun olarak görüyor. Son yıllarda bakanlığın bazı uygulamalarının da kapsamlı düzenlemeler olmadığını, sadece özel eğitim ödeneklerini azaltmakla sınırlı olduğunu, bunun da özürlü çocukların özel eğitim alma hakkını kısıtlayacağını anlatıyor bizlere.
Son yıllarda özel eğitim merkezlerinin sayısının giderek arttığını, bu durumun da ailelerin ve devletin verdiği ödeneklerin istismarına neden olduğunu, bakanlığın da önlemler almasının haklı olduğunu söylediğimizde; bu kurumların sadece ilköğretim müfettişleri tarafından denetlendiğini belirterek Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konudaki yetersizliğini doğruluyor Psk Sungur. Kurumların açılışları ve işleyişleri sürecinde uygun bir denetim sisteminin bakanlık tarafından oluşturulması ve hem mali hem de eğitsel konularda denetlemeye yetkin uzman bir kadronun yetiştirilmesi gerektiğini, ayrıca ailelerden de destek alınabileceğini, böylece yolsuzluğun da önüne geçilebileceğini, oysa çıkarılan yönetmeliklerin “denetleyemiyorsak ortadan kaldıralım” mantığı taşıdığını anlatıyor bizlere.
Özürlü çocuklarla ilgilenen farklı disiplinlerin temsilcilerinin konuyla ilgili çok ciddi eleştirileri ve belli başlı çözüm önerileri var. Çözüm önerileri aramadan önce; yaşanan sorunları ana başlıkları ile ortaya koymakta yarar var.
Özürlü Çocuk Ailelerinin Yaşadıkları Sorunlar
- Ülkemizdeki bütün özürlülerin sağlık hizmetlerine ulaşma şansı yok. Ekonomik zorluklar, hekim, özel eğitimci ya da ilgili uzman kadro eksikliği, tanı ve tedavi merkezlerinin sayıca ve kalitece yetersizlikleri bunda en büyük etken.
- Sadece sağlık hizmetleri değil; eğitim ve sosyal yaşamla ilgili hizmetlerden de yeterince yararlanamıyorlar, bu durum özürlülerin toplumdan daha da izole olmalarına neden oluyor.
- Devlet hastaneleri de olsa özel sektör hastaneleri de olsa; tanı konulması, tedavinin planlanması süreci uzun sürüyor, ailelerde yılgınlık yaratabiliyor.
- Ekonomik yetersizlikler ve nitelikli uzman eksikliği, başlatılan tedavinin sürdürülmesini de aksatıyor çoğu durumda.
- Ailelerin, çocuklarını haftada bir iki defa özel eğitim merkezlerine taşımak dışında tedavi seçenekleri çok fazla bulamıyorlar. Şanslı olanlar hekim kontrolünde ilaç tedavilerinden, ekonomik güçleri ölçüsünde de diğer sosyal destek sistemlerinden yararlanabiliyorlar, o kadar.
- Özel eğitim olanakları ve uzmanlar büyük şehirlere konuşlanmış durumdalar. Merkezden uzaklaştıkça tedavi şansı daha da azalıyor.
- Özürlü çocukların zamanla kendilerine yeter durumda olmayı öğrenmeleri, çeşitli beceriler kazanmaları ve hatta mesleki eğitim almaları gerekli ama çoğu durumda yapılamıyor. Özel eğitim yöntemleri genellikle bugüne, şimdiye odaklı, geleceğe değil.
Özel Eğitim Uzmanları Açısından Yaşanan Sorunlar
-Kaliteyi gözetmeden çalışabilen, denetimden uzak merkezler haksız rekabet yaratıyor. Kiralık diplomayla çalışan merkezler, lise mezunu özel eğitimciler vs ile karşılaşmak da mümkün, özel eğitim başlığı altında “ders çalıştıran” özel eğitimcilerle karşılaşmak da.
-Bir seri değerlendirme, tetkik sürecinden geçmiş ailenin bilgisizliği, şaşkınlığı ve yorgunluğu daha özel eğitime başlarken eğitimcinin karşısına geliyor. Türkiye’de tanı konulması ve özel eğitime başlama süreci uzun ve yorucu.
-Özel eğitim uzun bir süreç. Ailelerde kopuş fazla. Bu uzun süreçte ailenin motivasyonu düşebiliyor, çeşitli gerekçelerle çocuğun eğitim süreci aksayabiliyor, aileler başka merkezlere ya da tedavilere yönelebiliyorlar, araya giren sağlık sorunları çocuğun kazanımlarını geriletebiliyor, kimi yıllarda yönetmeliklerde yapılan değişimler sağlık kurulu raporu almayı olanaksızlaştırırsa aile, aldığı hizmeti sürdüremeyebiliyor.
-Özel eğitim merkezi açmak ve iyi bir kalite tutturmak kolay değil. Bakanlık yönetmeliklerinin beklentileri ile gündelik pratikler her zaman uyuşmayabiliyor. Bu da aileleri ve eğitimcileri kolaycılığa ya da kaliteden ödün vermeye zorlayabiliyor.
-Özel eğitimdeki çocuğun farklı sağlık sorunları ortaya çıktığında; örneğin bir çocuk psikiyatr ya da çocuk nöroloğu ya da pediatristi gereksinimi olduğunda; aileler kendi olanakları ile araştırıyorlar. Özel eğitimci ile hekimlerin ya da diğer disiplinlerin işbirliği kurumsal değil, kişisel ilişkilere bağlı.
-Bakanlık; zaman zaman yönetmelikler çıkarıyor ama bu durumdan özel eğitimcilerin de diğer sağlık personelinin de, hatta ailelerin de haberi bile olmayabiliyor. Hem yönetmeliğin hazırlanması hem de duyurulması sürecinde. Yapılan her yönetmelik değişiminde; örneğin özür yüzdeleri değişebiliyor, sağlık raporuna dahil olma kriterleri değişebiliyor, bazı çocuklar hak ettiği halde eğitim alamayabiliyor, yani “kurunun yanında yaş da yanabiliyor”.
Hekimler Ve Diğer Sağlık Personeli Açısından Sorunlar
- Klinikte tanı alan ve özel eğitim alması önerilen her hasta bunu alamayabiliyor. En önemli engel ekonomik yetersizlik. Bunun dışında özel eğitim uzmanlarının ve okullarının yetersizliği, ailenin sosyokültürel düzeyinin düşüklüğü ya da bilinçsizliği gibi nedenler de var.
-Aileler özel eğitimin ne anlama geldiğini kavrayamadıklarında beklentileri de gerçekçi olmayabiliyor, bu da özel eğitimden kopuşu kolaylaştırıyor.
-Özel eğitime yönlendirdiğimiz hastaların seyirlerini her zaman bilemeyebiliyoruz. Hekim; hastanın tedavisinin planlayıcısıdır ve hastalık seyrinden (prognoz) sorumludur. Fakat süreç içinde uygulanan özel eğitimin içeriği, niteliği konusunda bilgi sahibi olmayabiliyoruz. Özel eğitime başlandıktan sonra; kriz anlarında ya da ilaç tedavisi gerektiğinde uğranılan kişi oluyor hekim. Oysa bütün kronik ve sistematik hastalıklarda ekip çalışması esastır.
-Özel eğitime dair sağlık kurulu raporları sadece eğitim hastanelerinde ve az sayıda klinisyen tarafından veriliyor, bu da iş yükünde yığılmalara neden oluyor.
-Çocuk psikiyatrları ya da nörologları tarafından izlenen özürlü çocukların erişkinlikleri daha büyük sorun. Sosyal yaşama entegre olamadıkları gibi, eğer kritik sağlık sorunları yok ise sağlık hizmetlerinden de tasfiye olabiliyorlar. Oysa büyüdüklerinde farklı tanılar alabiliyorlar, klinik tablo değişebiliyor. Üstelik mesleki olarak hazırlanmadan büyüyorlar, özel eğitimden yararlanma olanakları da iyice azalıyor.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Özel eğitimin farklı alanlarında çalışan uzmanlar; sorun noktalarında birleşiyorlar. Galiba en önemli sorunlar disiplinler arası koordinasyon eksikliği, nitelikli eğitimci azlığı ve ekonomik zorluklar. Özel eğitimin uygulanışındaki özensizlikler ve denetleme eksiklikleri de bunu izliyor.
Sorun bolluğu olan özel eğitim sektöründe, çözümlerin neler olabileceği de yine alanda çalışan uzmanların önerilerinde somutlaşıyor.
-Öncelikle özel eğitim hizmetlerinin Türkiye’nin her yerine yaygınlaştırılması gerekiyor ki, bu zaten hükümetlerin takip etmekle sorunlu oldukları bir görev ve anayasa ile güvenceye alınan bir hak.
-Özel eğitim hizmetlerinin kalitesinden sadece bakanlık değil, bu alanda çalışanlar da sorumlu olmalı. Farklı disiplinler arası işbirliğini arttırıcı yeni kurumsal düzenlemeler sektöre kaliteyi getirecek, kalitesiz hizmet verenler kendiliğinden tasfiye olacaktır zaten.
-Özel eğitim kurumlarının mali ve idari denetlemesi için bir an önce ilgili bakanlıklar bünyesinde uzman ve yetkin birimler oluşturulması elzemdir.
-Özel eğitim hizmetlerinin kalitesinin arttırılması sadece eğitim kurumlarının teftiş edilmesi ile olmaz. Denetleme dışında yöntemler de bulunmalı. Özürlü çocuk ailelerinin bilgilendirilmesine yönelik çalışmalar yapılabilir, bu da ebeveynlerin kendi tedavilerini daha bilinçli sahiplenmelerini sağlar. Yönetmelik değişimlerinde özel eğitim merkezi temsilcilerinin ve ilgili akademik çevrelerin de görüşleri mutlaka alınmalı, bu noktalarda uzmanların inisiyatif almaları kaliteli olanları öne çıkaracaktır. Özürlü çocukların toplumsal yaşama entegrasyonunu arttırmak amacı ile kitle iletişim araçlarının da desteği sağlanarak bütün toplumun farkındalığı artırılabilir.
-Toplumu bilgilendirme çalışmalarında; özür yaratan hastalıkların azaltılmasına yönelik olarak; gebelik bakımı ve sağlıklı doğum, akraba evliliklerinin azaltılması, gelişim takibi vb konulara da yer verilmeli, koruyucu önlemlerin daha öncelikli olduğu öne çıkarılmalı. Önceden önlem almak özürlüyü sonradan hayata adapte etmeye çalışmaktan çok daha kolay ve ucuz çünkü.
-Özürlü çocuk büyüten ailelerin ruhsal olarak da desteklenmeleri için ilave düzenlemeler yapılabilir, bu sayede çocukların tedavi verimi de artacaktır.
-Her yönetmelik değişiminde bazı aksamalar olabiliyor; rapor kriterleri değişebildiği için devlet desteğine güvenen aileler tedaviyi kesmek zorunda kalabiliyorlar, özel eğitimcilerin tedavi planları aksayabiliyor, aileler önceki ve sonraki yönetmelik arasında tercih yapmak durumunda bırakılmamalı, çünkü tedavi süreklilik gerektirir.
SONUÇ
Konunun uzmanlarının saptamaları ve önerileri bunlar. Özel eğitim hizmetleri tıpta üçüncü basamak tedavi hizmeti denilen sınıfa girer, yani şifa ile düzelme olanağı olmayan hastaların yaşama uyumunu maksimize etmeye yönelik tedavilerdir. Asıl olan koruyucu hekimliktir, bu hastalıkların olmaması için tıbbi ve sosyal önlemleri almak, toplumu eğitmek öncelikli olmalıdır, çünkü daha kolay ve ucuzdur. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması, aşılama hizmetleri, gebelik bakımı ve takibi, akraba evliliklerinin önüne geçilmesi, sağlıklı doğum ortamı vb çok basit, kolay ve ucuz önlemler bile özürlü çocukların sayısını bir hayli azaltacaktır. Oysa sağlık hizmetlerinin giderek piyasalaşması; ilk önce koruyucu sağlık hizmetlerini vuruyor. Geçen aylarda büyük şehirlerde yaşanan bebek ölümleri en net göstergesi bunun.
Türkiye’nin 120 yıllık özel eğitim tarihini kabaca özetlediğimizde 50’li yıllarda kurumlaşma, 70’li ve 80’li yıllarda yasalaşma, 90’lı yıllarda akademik gelişme ve 2000’li yıllarda ise piyasalaşma sürecinden geçtiğini söylemek fazla iddialı olmayacak.
Son yıllarda bakanlığın (haklı olarak) piyasalaşmayı ve istismarı önleyici önlemlerinden sonra kuruların yanında yaşların da yanabildiğini özel eğitim alanındaki profesyoneller birebir yaşıyorlar. Söz gelimi; bebeklik çağında yoksulluk, travma vb sosyokültürel nedenlerle yaşıtlarından geri kalmış ve kısa süre özel eğitim desteğiyle düzelebilecek “tepkisel bağlanma bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu” gibi durumlar yaşamış ve ailesinin olanağı olmayan çocuklar neden özel eğitim desteğinden mahrum kalsınlar ya da “otizm” gibi yakıştırılmış tanılarla kodlansınlar. Hafif zeka geriliği olan çocuk özel eğitim desteği alabiliyorken sınır zeka çocuk neden alamasın, sağlıklı yaşıtlarına kaynaşma dönemindeki örselenmelere karşı destekleyici eğitim almasın mı?
Bu sorular çoğaltılabilir ama sistemin açıklarını herkesin kendi açısından sorgulamasından çok; Milli Eğitim Bakanlığı ve diğer sorumlu kurumların, yıldan yıla değişen yönetmelikler çıkarmak yanında; ilgili disiplinleri birlikte düşünmeye ve çalışmaya özendirecek daha yapısal uygulamaları devreye sokması daha uygun olacak galiba. Bugüne odaklı özel eğitim sistemi güncel problemlerle uğraşmak zorunda kalır, oysa geleceğe odaklı özel eğitim sistemi planlama ve kurumlaşmaya harcar enerjisini.
2000’li yılların Türkiyesi’nde özel eğitimin güncel problemlerine farklı disiplinlerden gelen uzmanlar farklı açılardan yaklaşıyorlar ama ifade edilen sorunların genellikle ortak olduğu da gözleniyor.
GATA Gülsav Özel Eğitim Merkezi’nden Klinik Psikolog Mustafa Sungur ise özel eğitim veren kurumlar arasında iletişim ve koordinasyon eksikliğinin, ayrıca özel eğitim kurumlarının yeterince denetlenememesinin ciddi sorunlar olduğunu belirtiyor. Özürlü çocukların tedavisi sürecinden sorumlu hekim, psikolog, eğitimci, okul vb farklı disiplinlerin birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısı olduğunu vurguluyor ve özürlü çocuğun psikososyal, duygusal ve bedensel bütün ihtiyaçları göz önünde tutulduğunda, bu disiplinlerin işbirliği içinde olmasının özellikle altını çiziyor. Özel eğitim konusunda nitelikli eğitmen sayısının azlığını en önemli sorun olarak görüyor. Son yıllarda bakanlığın bazı uygulamalarının da kapsamlı düzenlemeler olmadığını, sadece özel eğitim ödeneklerini azaltmakla sınırlı olduğunu, bunun da özürlü çocukların özel eğitim alma hakkını kısıtlayacağını anlatıyor bizlere.
Son yıllarda özel eğitim merkezlerinin sayısının giderek arttığını, bu durumun da ailelerin ve devletin verdiği ödeneklerin istismarına neden olduğunu, bakanlığın da önlemler almasının haklı olduğunu söylediğimizde; bu kurumların sadece ilköğretim müfettişleri tarafından denetlendiğini belirterek Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konudaki yetersizliğini doğruluyor Psk Sungur. Kurumların açılışları ve işleyişleri sürecinde uygun bir denetim sisteminin bakanlık tarafından oluşturulması ve hem mali hem de eğitsel konularda denetlemeye yetkin uzman bir kadronun yetiştirilmesi gerektiğini, ayrıca ailelerden de destek alınabileceğini, böylece yolsuzluğun da önüne geçilebileceğini, oysa çıkarılan yönetmeliklerin “denetleyemiyorsak ortadan kaldıralım” mantığı taşıdığını anlatıyor bizlere.
Özürlü çocuklarla ilgilenen farklı disiplinlerin temsilcilerinin konuyla ilgili çok ciddi eleştirileri ve belli başlı çözüm önerileri var. Çözüm önerileri aramadan önce; yaşanan sorunları ana başlıkları ile ortaya koymakta yarar var.
Özürlü Çocuk Ailelerinin Yaşadıkları Sorunlar
- Ülkemizdeki bütün özürlülerin sağlık hizmetlerine ulaşma şansı yok. Ekonomik zorluklar, hekim, özel eğitimci ya da ilgili uzman kadro eksikliği, tanı ve tedavi merkezlerinin sayıca ve kalitece yetersizlikleri bunda en büyük etken.
- Sadece sağlık hizmetleri değil; eğitim ve sosyal yaşamla ilgili hizmetlerden de yeterince yararlanamıyorlar, bu durum özürlülerin toplumdan daha da izole olmalarına neden oluyor.
- Devlet hastaneleri de olsa özel sektör hastaneleri de olsa; tanı konulması, tedavinin planlanması süreci uzun sürüyor, ailelerde yılgınlık yaratabiliyor.
- Ekonomik yetersizlikler ve nitelikli uzman eksikliği, başlatılan tedavinin sürdürülmesini de aksatıyor çoğu durumda.
- Ailelerin, çocuklarını haftada bir iki defa özel eğitim merkezlerine taşımak dışında tedavi seçenekleri çok fazla bulamıyorlar. Şanslı olanlar hekim kontrolünde ilaç tedavilerinden, ekonomik güçleri ölçüsünde de diğer sosyal destek sistemlerinden yararlanabiliyorlar, o kadar.
- Özel eğitim olanakları ve uzmanlar büyük şehirlere konuşlanmış durumdalar. Merkezden uzaklaştıkça tedavi şansı daha da azalıyor.
- Özürlü çocukların zamanla kendilerine yeter durumda olmayı öğrenmeleri, çeşitli beceriler kazanmaları ve hatta mesleki eğitim almaları gerekli ama çoğu durumda yapılamıyor. Özel eğitim yöntemleri genellikle bugüne, şimdiye odaklı, geleceğe değil.
Özel Eğitim Uzmanları Açısından Yaşanan Sorunlar
-Kaliteyi gözetmeden çalışabilen, denetimden uzak merkezler haksız rekabet yaratıyor. Kiralık diplomayla çalışan merkezler, lise mezunu özel eğitimciler vs ile karşılaşmak da mümkün, özel eğitim başlığı altında “ders çalıştıran” özel eğitimcilerle karşılaşmak da.
-Bir seri değerlendirme, tetkik sürecinden geçmiş ailenin bilgisizliği, şaşkınlığı ve yorgunluğu daha özel eğitime başlarken eğitimcinin karşısına geliyor. Türkiye’de tanı konulması ve özel eğitime başlama süreci uzun ve yorucu.
-Özel eğitim uzun bir süreç. Ailelerde kopuş fazla. Bu uzun süreçte ailenin motivasyonu düşebiliyor, çeşitli gerekçelerle çocuğun eğitim süreci aksayabiliyor, aileler başka merkezlere ya da tedavilere yönelebiliyorlar, araya giren sağlık sorunları çocuğun kazanımlarını geriletebiliyor, kimi yıllarda yönetmeliklerde yapılan değişimler sağlık kurulu raporu almayı olanaksızlaştırırsa aile, aldığı hizmeti sürdüremeyebiliyor.
-Özel eğitim merkezi açmak ve iyi bir kalite tutturmak kolay değil. Bakanlık yönetmeliklerinin beklentileri ile gündelik pratikler her zaman uyuşmayabiliyor. Bu da aileleri ve eğitimcileri kolaycılığa ya da kaliteden ödün vermeye zorlayabiliyor.
-Özel eğitimdeki çocuğun farklı sağlık sorunları ortaya çıktığında; örneğin bir çocuk psikiyatr ya da çocuk nöroloğu ya da pediatristi gereksinimi olduğunda; aileler kendi olanakları ile araştırıyorlar. Özel eğitimci ile hekimlerin ya da diğer disiplinlerin işbirliği kurumsal değil, kişisel ilişkilere bağlı.
-Bakanlık; zaman zaman yönetmelikler çıkarıyor ama bu durumdan özel eğitimcilerin de diğer sağlık personelinin de, hatta ailelerin de haberi bile olmayabiliyor. Hem yönetmeliğin hazırlanması hem de duyurulması sürecinde. Yapılan her yönetmelik değişiminde; örneğin özür yüzdeleri değişebiliyor, sağlık raporuna dahil olma kriterleri değişebiliyor, bazı çocuklar hak ettiği halde eğitim alamayabiliyor, yani “kurunun yanında yaş da yanabiliyor”.
Hekimler Ve Diğer Sağlık Personeli Açısından Sorunlar
- Klinikte tanı alan ve özel eğitim alması önerilen her hasta bunu alamayabiliyor. En önemli engel ekonomik yetersizlik. Bunun dışında özel eğitim uzmanlarının ve okullarının yetersizliği, ailenin sosyokültürel düzeyinin düşüklüğü ya da bilinçsizliği gibi nedenler de var.
-Aileler özel eğitimin ne anlama geldiğini kavrayamadıklarında beklentileri de gerçekçi olmayabiliyor, bu da özel eğitimden kopuşu kolaylaştırıyor.
-Özel eğitime yönlendirdiğimiz hastaların seyirlerini her zaman bilemeyebiliyoruz. Hekim; hastanın tedavisinin planlayıcısıdır ve hastalık seyrinden (prognoz) sorumludur. Fakat süreç içinde uygulanan özel eğitimin içeriği, niteliği konusunda bilgi sahibi olmayabiliyoruz. Özel eğitime başlandıktan sonra; kriz anlarında ya da ilaç tedavisi gerektiğinde uğranılan kişi oluyor hekim. Oysa bütün kronik ve sistematik hastalıklarda ekip çalışması esastır.
-Özel eğitime dair sağlık kurulu raporları sadece eğitim hastanelerinde ve az sayıda klinisyen tarafından veriliyor, bu da iş yükünde yığılmalara neden oluyor.
-Çocuk psikiyatrları ya da nörologları tarafından izlenen özürlü çocukların erişkinlikleri daha büyük sorun. Sosyal yaşama entegre olamadıkları gibi, eğer kritik sağlık sorunları yok ise sağlık hizmetlerinden de tasfiye olabiliyorlar. Oysa büyüdüklerinde farklı tanılar alabiliyorlar, klinik tablo değişebiliyor. Üstelik mesleki olarak hazırlanmadan büyüyorlar, özel eğitimden yararlanma olanakları da iyice azalıyor.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Özel eğitimin farklı alanlarında çalışan uzmanlar; sorun noktalarında birleşiyorlar. Galiba en önemli sorunlar disiplinler arası koordinasyon eksikliği, nitelikli eğitimci azlığı ve ekonomik zorluklar. Özel eğitimin uygulanışındaki özensizlikler ve denetleme eksiklikleri de bunu izliyor.
Sorun bolluğu olan özel eğitim sektöründe, çözümlerin neler olabileceği de yine alanda çalışan uzmanların önerilerinde somutlaşıyor.
-Öncelikle özel eğitim hizmetlerinin Türkiye’nin her yerine yaygınlaştırılması gerekiyor ki, bu zaten hükümetlerin takip etmekle sorunlu oldukları bir görev ve anayasa ile güvenceye alınan bir hak.
-Özel eğitim hizmetlerinin kalitesinden sadece bakanlık değil, bu alanda çalışanlar da sorumlu olmalı. Farklı disiplinler arası işbirliğini arttırıcı yeni kurumsal düzenlemeler sektöre kaliteyi getirecek, kalitesiz hizmet verenler kendiliğinden tasfiye olacaktır zaten.
-Özel eğitim kurumlarının mali ve idari denetlemesi için bir an önce ilgili bakanlıklar bünyesinde uzman ve yetkin birimler oluşturulması elzemdir.
-Özel eğitim hizmetlerinin kalitesinin arttırılması sadece eğitim kurumlarının teftiş edilmesi ile olmaz. Denetleme dışında yöntemler de bulunmalı. Özürlü çocuk ailelerinin bilgilendirilmesine yönelik çalışmalar yapılabilir, bu da ebeveynlerin kendi tedavilerini daha bilinçli sahiplenmelerini sağlar. Yönetmelik değişimlerinde özel eğitim merkezi temsilcilerinin ve ilgili akademik çevrelerin de görüşleri mutlaka alınmalı, bu noktalarda uzmanların inisiyatif almaları kaliteli olanları öne çıkaracaktır. Özürlü çocukların toplumsal yaşama entegrasyonunu arttırmak amacı ile kitle iletişim araçlarının da desteği sağlanarak bütün toplumun farkındalığı artırılabilir.
-Toplumu bilgilendirme çalışmalarında; özür yaratan hastalıkların azaltılmasına yönelik olarak; gebelik bakımı ve sağlıklı doğum, akraba evliliklerinin azaltılması, gelişim takibi vb konulara da yer verilmeli, koruyucu önlemlerin daha öncelikli olduğu öne çıkarılmalı. Önceden önlem almak özürlüyü sonradan hayata adapte etmeye çalışmaktan çok daha kolay ve ucuz çünkü.
-Özürlü çocuk büyüten ailelerin ruhsal olarak da desteklenmeleri için ilave düzenlemeler yapılabilir, bu sayede çocukların tedavi verimi de artacaktır.
-Her yönetmelik değişiminde bazı aksamalar olabiliyor; rapor kriterleri değişebildiği için devlet desteğine güvenen aileler tedaviyi kesmek zorunda kalabiliyorlar, özel eğitimcilerin tedavi planları aksayabiliyor, aileler önceki ve sonraki yönetmelik arasında tercih yapmak durumunda bırakılmamalı, çünkü tedavi süreklilik gerektirir.
SONUÇ
Konunun uzmanlarının saptamaları ve önerileri bunlar. Özel eğitim hizmetleri tıpta üçüncü basamak tedavi hizmeti denilen sınıfa girer, yani şifa ile düzelme olanağı olmayan hastaların yaşama uyumunu maksimize etmeye yönelik tedavilerdir. Asıl olan koruyucu hekimliktir, bu hastalıkların olmaması için tıbbi ve sosyal önlemleri almak, toplumu eğitmek öncelikli olmalıdır, çünkü daha kolay ve ucuzdur. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması, aşılama hizmetleri, gebelik bakımı ve takibi, akraba evliliklerinin önüne geçilmesi, sağlıklı doğum ortamı vb çok basit, kolay ve ucuz önlemler bile özürlü çocukların sayısını bir hayli azaltacaktır. Oysa sağlık hizmetlerinin giderek piyasalaşması; ilk önce koruyucu sağlık hizmetlerini vuruyor. Geçen aylarda büyük şehirlerde yaşanan bebek ölümleri en net göstergesi bunun.
Türkiye’nin 120 yıllık özel eğitim tarihini kabaca özetlediğimizde 50’li yıllarda kurumlaşma, 70’li ve 80’li yıllarda yasalaşma, 90’lı yıllarda akademik gelişme ve 2000’li yıllarda ise piyasalaşma sürecinden geçtiğini söylemek fazla iddialı olmayacak.
Son yıllarda bakanlığın (haklı olarak) piyasalaşmayı ve istismarı önleyici önlemlerinden sonra kuruların yanında yaşların da yanabildiğini özel eğitim alanındaki profesyoneller birebir yaşıyorlar. Söz gelimi; bebeklik çağında yoksulluk, travma vb sosyokültürel nedenlerle yaşıtlarından geri kalmış ve kısa süre özel eğitim desteğiyle düzelebilecek “tepkisel bağlanma bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu” gibi durumlar yaşamış ve ailesinin olanağı olmayan çocuklar neden özel eğitim desteğinden mahrum kalsınlar ya da “otizm” gibi yakıştırılmış tanılarla kodlansınlar. Hafif zeka geriliği olan çocuk özel eğitim desteği alabiliyorken sınır zeka çocuk neden alamasın, sağlıklı yaşıtlarına kaynaşma dönemindeki örselenmelere karşı destekleyici eğitim almasın mı?
Bu sorular çoğaltılabilir ama sistemin açıklarını herkesin kendi açısından sorgulamasından çok; Milli Eğitim Bakanlığı ve diğer sorumlu kurumların, yıldan yıla değişen yönetmelikler çıkarmak yanında; ilgili disiplinleri birlikte düşünmeye ve çalışmaya özendirecek daha yapısal uygulamaları devreye sokması daha uygun olacak galiba. Bugüne odaklı özel eğitim sistemi güncel problemlerle uğraşmak zorunda kalır, oysa geleceğe odaklı özel eğitim sistemi planlama ve kurumlaşmaya harcar enerjisini.
2000’LERİ GEÇERKEN
2000’LERİ GEÇERKEN
Ülkemizde, engelliler üzerine 2002 yılında Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından Türkiye İstatistik Kurumuna yaptırılmış olan “Türkiye Özürlüler Araştırması” sonuçlarına göre 6.7 milyonu psikiyatrik ve kronik hastalıklar olmak üzere 8.5 milyondan fazla özürlü bulunuyor. Bunun da yüzde yirmi altısını 19 yaş ve altı çocuklarla ergenler oluşturuyor.
Özürlüler; özür durumları konusunda aldıkları destek araştırıldığında sonuçlar karamsarlık yaratıyor. Özürlülerin yüzde doksan dokuzu özür durumları ile ilgili mesleki eğitim, aile rehberliği ve sosyal hizmet almıyor, yüzde doksan dördü rehabilitasyon hizmeti almıyor, yüzde seksen yedisi eğitim hizmeti almıyor, yüzde kırk dördü sağlık hizmeti almıyor. Bunun da başlıca nedenleri; ülkemizde özürlülere hizmet konusunda nitelikli kurumsallaşmanın ve bağlayıcı politikaların olmaması, kaynak yetersizliği ve diğer nedenler.
Çocuklara
gelindiğinde ise; 2007-2008 öğretim yılı itibarı ile ülkemizde Özel Eğitim
Rehberlik Ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne kayıtlı; 609 yönetici ve 4758
öğretmenin bulunduğu toplam 561 okulda 28252 özürlü öğrenci eğitim görüyor.
Türkiye’de 1998 nüfus sayımı ve sonraki nüfus artışı esas alındığında 0-18 yaş grubunda üç milyonun biraz üzerinde özel eğitim gerektiren çocuk ya da ergen bulunduğu tahmin edilmektedir. Bunlardan yalnızca 30 bine yakınının eğitim görmesi gerçekten çok ciddi bir sorun.
Ülkemizde, engelliler üzerine 2002 yılında Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından Türkiye İstatistik Kurumuna yaptırılmış olan “Türkiye Özürlüler Araştırması” sonuçlarına göre 6.7 milyonu psikiyatrik ve kronik hastalıklar olmak üzere 8.5 milyondan fazla özürlü bulunuyor. Bunun da yüzde yirmi altısını 19 yaş ve altı çocuklarla ergenler oluşturuyor.
Özürlüler; özür durumları konusunda aldıkları destek araştırıldığında sonuçlar karamsarlık yaratıyor. Özürlülerin yüzde doksan dokuzu özür durumları ile ilgili mesleki eğitim, aile rehberliği ve sosyal hizmet almıyor, yüzde doksan dördü rehabilitasyon hizmeti almıyor, yüzde seksen yedisi eğitim hizmeti almıyor, yüzde kırk dördü sağlık hizmeti almıyor. Bunun da başlıca nedenleri; ülkemizde özürlülere hizmet konusunda nitelikli kurumsallaşmanın ve bağlayıcı politikaların olmaması, kaynak yetersizliği ve diğer nedenler.
Türkiye’de 1998 nüfus sayımı ve sonraki nüfus artışı esas alındığında 0-18 yaş grubunda üç milyonun biraz üzerinde özel eğitim gerektiren çocuk ya da ergen bulunduğu tahmin edilmektedir. Bunlardan yalnızca 30 bine yakınının eğitim görmesi gerçekten çok ciddi bir sorun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)