...Hoş Geldiniz...BlogSedaT...Türkiye'de Özel Eğitim Ve Makaleler...

5 Nisan 2012 Perşembe

GÜNCEL SORUNLAR 

    2000’li yılların Türkiyesi’nde özel eğitimin güncel problemlerine farklı disiplinlerden gelen uzmanlar farklı açılardan yaklaşıyorlar ama ifade edilen sorunların genellikle ortak olduğu da gözleniyor.
   İlk olarak görüşlerine başvurduğumuz Çocuk Ve Ergen Psikiyatr Uzm Dr Gökçe Küçükyazıcı; kendisine başvuran özürlü çocukların özel eğitime başlamasında ve sürdürmesinde, ekonomik sorunların başta gelen en büyük engel olduğunu vurguluyor. Ayrıca ailenin teşhise ilk anda verdiği tepkinin önemli olduğunu, çünkü teşhise güvenememek, karı kocanın birbirlerini suçlaması ya da kendi içlerinde suçluluk yaşamaları gibi olumsuz tepkilerin ailenin tedavi uyumunu en baştan bozduğunu belirtiyor. Çözüm önerileri ise çok bildik aslında: Özürlü çocuğun tedavisinin planlanması ve takibinde en büyük sorumlu yine kendi doktoru ancak çoğu hasta kısa sürede hekim takibinden kopuyor ve bu da tedavi kalitesini olumsuz etkileyebiliyor. Özel eğitim gerektiren hastalarda, çocuk psikiyatr ya da çocuk nörologlarının ya da ilgili branş hekimlerinin merkezi noktada olması, çocukla ilgili bütün disiplinlerin tek merkezden yönetilmesini sağlar, ailelerin istismar edilmesinin ve olası yolsuzlukların da önüne geçebilir oysa ki. Özürlü çocuklar; doktorların karşısına ya sağlık raporu alırken ya da ilaç tedavisiyle davranış kontrolü sağlamak amacı ile getiriliyorlar genellikle. Ebeveynin ruh hali gözden kaçıyor, merkezin veremediği eğitimler eksik kalıyor vs. Hiç doktor yüzü görmeden doğrudan rehabilitasyon merkezlerine yönlendirilen ve yanlış teşhislerle oyalanan aileler var. Bu; Sağlık Bakanlığı yönetmeliklerine de aykırı


   Özürlülere nitelikli özel eğitim sağlamak ile sağlıklı yaşıtlarının arasına kaynaştırmak arasındaki dengeyi tutturamamamızdaki paradoksları örnekleriyle açıklıyor Başbakanlık Özürlüler Dairesi’nden Uzman Psikolog Tayyar Kuz: Avrupa ülkelerinde onlarca yıl önce kapatılmış okul tipleri hala ülkemizde faaliyet göstermektedir. Ortopedik engelli bireyler için oluşturulmuş özel eğitim okullarını buna örnek olarak verebiliriz. Günümüzde küresel temelde ortopedik özürlülere yönelik bir okulun varlığı, dünyadaki geçerli mantıksal çerçevenin oldukça dışında gözükmektedir. Ülkemizle yurtdışını kıyasladığımızda, yurtdışında yaşanan gelişmelerin özürlülerin yaşam standartlarını ilerletmek ve hayatın tüm alanında ayrımcılığı ortadan kaldırmak için başlayan özürlü hareketinin doğal sonucu olduğunu görürüz. Ülkemizde ise benzer bir sosyolojik değişim ve hareket hiçbir zaman oluşmamıştır.” Dünyada gelişen eğitimde fırsat eşitliği ve demokratik eğitim anlayışının özel eğitim süreçlerine de yansıdığını ancak ülkemizin bu konuda tutarsız kaldığını da ekliyor Tayyar Kuz. Asıl tutarsızlığımız ise; erişkin özürlülerin durumunu ve iş hayatına entegrasyonunu sorduğumuzda ortaya çıkıyor.”Özürlülerin işgücüne katılım oranı % 21.7 ya da işgücüne dahil olmayan özürlü nüfus oranı 78.29. Bu oran erkek özürlüler için % 32.2, kadın özürlüler için ise % 6.7 olarak biliniyor. Özürlülerin % 60.2’si sosyal güvenlik hizmetlerinden faydalanıyor. Ayrıca mevcut Sosyal Güvenlik Kanunları uyarınca; özürlüler sosyal güvenliği (bizzat istihdamda olan) olan anne ve babalarının hak sahibi olarak ömür boyu sosyal güvenlik yardımlarından faydalanabiliyorlar.” Psikolog Kuz’un anlattıklarına bakılırsa; çocukken okullarda sağlıklı yaşıtlarıyla kaynaştırmaya çalıştığımız özürlüleri; erişkin olduklarında toplumla kaynaştıramıyoruz.

    GATA Gülsav Özel Eğitim Merkezi’nden Klinik Psikolog Mustafa Sungur ise özel eğitim veren kurumlar arasında iletişim ve koordinasyon eksikliğinin, ayrıca özel eğitim kurumlarının yeterince denetlenememesinin ciddi sorunlar olduğunu belirtiyor. Özürlü çocukların tedavisi sürecinden sorumlu hekim, psikolog, eğitimci, okul vb farklı disiplinlerin birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısı olduğunu vurguluyor ve özürlü çocuğun psikososyal, duygusal ve bedensel bütün ihtiyaçları göz önünde tutulduğunda, bu disiplinlerin işbirliği içinde olmasının özellikle altını çiziyor. Özel eğitim konusunda nitelikli eğitmen sayısının azlığını en önemli sorun olarak görüyor. Son yıllarda bakanlığın bazı uygulamalarının da kapsamlı düzenlemeler olmadığını, sadece özel eğitim ödeneklerini azaltmakla sınırlı olduğunu, bunun da özürlü çocukların özel eğitim alma hakkını kısıtlayacağını anlatıyor bizlere.

   Son yıllarda özel eğitim merkezlerinin sayısının giderek arttığını, bu durumun da ailelerin ve devletin verdiği ödeneklerin istismarına neden olduğunu, bakanlığın da önlemler almasının haklı olduğunu söylediğimizde; bu kurumların sadece ilköğretim müfettişleri tarafından denetlendiğini belirterek Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konudaki yetersizliğini doğruluyor Psk Sungur. Kurumların açılışları ve işleyişleri sürecinde uygun bir denetim sisteminin bakanlık tarafından oluşturulması ve hem mali hem de eğitsel konularda denetlemeye yetkin uzman bir kadronun yetiştirilmesi gerektiğini, ayrıca ailelerden de destek alınabileceğini, böylece yolsuzluğun da önüne geçilebileceğini, oysa çıkarılan yönetmeliklerin “denetleyemiyorsak ortadan kaldıralım” mantığı taşıdığını anlatıyor bizlere.

   Özürlü çocuklarla ilgilenen farklı disiplinlerin temsilcilerinin konuyla ilgili çok ciddi eleştirileri ve belli başlı çözüm önerileri var. Çözüm önerileri aramadan önce; yaşanan sorunları ana başlıkları ile ortaya koymakta yarar var.

Özürlü Çocuk Ailelerinin Yaşadıkları Sorunlar

- Ülkemizdeki bütün özürlülerin sağlık hizmetlerine ulaşma şansı yok. Ekonomik zorluklar, hekim, özel eğitimci ya da ilgili uzman kadro eksikliği, tanı ve tedavi merkezlerinin sayıca ve kalitece yetersizlikleri bunda en büyük etken.

- Sadece sağlık hizmetleri değil; eğitim ve sosyal yaşamla ilgili hizmetlerden de yeterince yararlanamıyorlar, bu durum özürlülerin toplumdan daha da izole olmalarına neden oluyor.

- Devlet hastaneleri de olsa özel sektör hastaneleri de olsa; tanı konulması, tedavinin planlanması süreci uzun sürüyor, ailelerde yılgınlık yaratabiliyor.

- Ekonomik yetersizlikler ve nitelikli uzman eksikliği, başlatılan tedavinin sürdürülmesini de aksatıyor çoğu durumda.

- Ailelerin, çocuklarını haftada bir iki defa özel eğitim merkezlerine taşımak dışında tedavi seçenekleri çok fazla bulamıyorlar. Şanslı olanlar hekim kontrolünde ilaç tedavilerinden, ekonomik güçleri ölçüsünde de diğer sosyal destek sistemlerinden yararlanabiliyorlar, o kadar.

- Özel eğitim olanakları ve uzmanlar büyük şehirlere konuşlanmış durumdalar. Merkezden uzaklaştıkça tedavi şansı daha da azalıyor.

- Özürlü çocukların zamanla kendilerine yeter durumda olmayı öğrenmeleri, çeşitli beceriler kazanmaları ve hatta mesleki eğitim almaları gerekli ama çoğu durumda yapılamıyor. Özel eğitim yöntemleri genellikle bugüne, şimdiye odaklı, geleceğe değil.

Özel Eğitim Uzmanları Açısından Yaşanan Sorunlar

-Kaliteyi gözetmeden çalışabilen, denetimden uzak merkezler haksız rekabet yaratıyor. Kiralık diplomayla çalışan merkezler, lise mezunu özel eğitimciler vs ile karşılaşmak da mümkün, özel eğitim başlığı altında “ders çalıştıran” özel eğitimcilerle karşılaşmak da.

-Bir seri değerlendirme, tetkik sürecinden geçmiş ailenin bilgisizliği, şaşkınlığı ve yorgunluğu daha özel eğitime başlarken eğitimcinin karşısına geliyor. Türkiye’de tanı konulması ve özel eğitime başlama süreci uzun ve yorucu.

-Özel eğitim uzun bir süreç. Ailelerde kopuş fazla. Bu uzun süreçte ailenin motivasyonu düşebiliyor, çeşitli gerekçelerle çocuğun eğitim süreci aksayabiliyor, aileler başka merkezlere ya da tedavilere yönelebiliyorlar, araya giren sağlık sorunları çocuğun kazanımlarını geriletebiliyor, kimi yıllarda yönetmeliklerde yapılan değişimler sağlık kurulu raporu almayı olanaksızlaştırırsa aile, aldığı hizmeti sürdüremeyebiliyor.

-Özel eğitim merkezi açmak ve iyi bir kalite tutturmak kolay değil. Bakanlık yönetmeliklerinin beklentileri ile gündelik pratikler her zaman uyuşmayabiliyor. Bu da aileleri ve eğitimcileri kolaycılığa ya da kaliteden ödün vermeye zorlayabiliyor.

-Özel eğitimdeki çocuğun farklı sağlık sorunları ortaya çıktığında; örneğin bir çocuk psikiyatr ya da çocuk nöroloğu ya da pediatristi gereksinimi olduğunda; aileler kendi olanakları ile araştırıyorlar. Özel eğitimci ile hekimlerin ya da diğer disiplinlerin işbirliği kurumsal değil, kişisel ilişkilere bağlı.

-Bakanlık; zaman zaman yönetmelikler çıkarıyor ama bu durumdan özel eğitimcilerin de diğer sağlık personelinin de, hatta ailelerin de haberi bile olmayabiliyor. Hem yönetmeliğin hazırlanması hem de duyurulması sürecinde. Yapılan her yönetmelik değişiminde; örneğin özür yüzdeleri değişebiliyor, sağlık raporuna dahil olma kriterleri değişebiliyor, bazı çocuklar hak ettiği halde eğitim alamayabiliyor, yani “kurunun yanında yaş da yanabiliyor”.

Hekimler Ve Diğer Sağlık Personeli Açısından Sorunlar

- Klinikte tanı alan ve özel eğitim alması önerilen her hasta bunu alamayabiliyor. En önemli engel ekonomik yetersizlik. Bunun dışında özel eğitim uzmanlarının ve okullarının yetersizliği, ailenin sosyokültürel düzeyinin düşüklüğü ya da bilinçsizliği gibi nedenler de var.

-Aileler özel eğitimin ne anlama geldiğini kavrayamadıklarında beklentileri de gerçekçi olmayabiliyor, bu da özel eğitimden kopuşu kolaylaştırıyor.

-Özel eğitime yönlendirdiğimiz hastaların seyirlerini her zaman bilemeyebiliyoruz. Hekim; hastanın tedavisinin planlayıcısıdır ve hastalık seyrinden (prognoz) sorumludur. Fakat süreç içinde uygulanan özel eğitimin içeriği, niteliği konusunda bilgi sahibi olmayabiliyoruz. Özel eğitime başlandıktan sonra; kriz anlarında ya da ilaç tedavisi gerektiğinde uğranılan kişi oluyor hekim. Oysa bütün kronik ve sistematik hastalıklarda ekip çalışması esastır.

-Özel eğitime dair sağlık kurulu raporları sadece eğitim hastanelerinde ve az sayıda klinisyen tarafından veriliyor, bu da iş yükünde yığılmalara neden oluyor.

-Çocuk psikiyatrları ya da nörologları tarafından izlenen özürlü çocukların erişkinlikleri daha büyük sorun. Sosyal yaşama entegre olamadıkları gibi, eğer kritik sağlık sorunları yok ise sağlık hizmetlerinden de tasfiye olabiliyorlar. Oysa büyüdüklerinde farklı tanılar alabiliyorlar, klinik tablo değişebiliyor. Üstelik mesleki olarak hazırlanmadan büyüyorlar, özel eğitimden yararlanma olanakları da iyice azalıyor.

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Özel eğitimin farklı alanlarında çalışan uzmanlar; sorun noktalarında birleşiyorlar. Galiba en önemli sorunlar disiplinler arası koordinasyon eksikliği, nitelikli eğitimci azlığı ve ekonomik zorluklar. Özel eğitimin uygulanışındaki özensizlikler ve denetleme eksiklikleri de bunu izliyor.

Sorun bolluğu olan özel eğitim sektöründe, çözümlerin neler olabileceği de yine alanda çalışan uzmanların önerilerinde somutlaşıyor.

-Öncelikle özel eğitim hizmetlerinin Türkiye’nin her yerine yaygınlaştırılması gerekiyor ki, bu zaten hükümetlerin takip etmekle sorunlu oldukları bir görev ve anayasa ile güvenceye alınan bir hak.

-Özel eğitim hizmetlerinin kalitesinden sadece bakanlık değil, bu alanda çalışanlar da sorumlu olmalı. Farklı disiplinler arası işbirliğini arttırıcı yeni kurumsal düzenlemeler sektöre kaliteyi getirecek, kalitesiz hizmet verenler kendiliğinden tasfiye olacaktır zaten.

-Özel eğitim kurumlarının mali ve idari denetlemesi için bir an önce ilgili bakanlıklar bünyesinde uzman ve yetkin birimler oluşturulması elzemdir.

-Özel eğitim hizmetlerinin kalitesinin arttırılması sadece eğitim kurumlarının teftiş edilmesi ile olmaz. Denetleme dışında yöntemler de bulunmalı. Özürlü çocuk ailelerinin bilgilendirilmesine yönelik çalışmalar yapılabilir, bu da ebeveynlerin kendi tedavilerini daha bilinçli sahiplenmelerini sağlar. Yönetmelik değişimlerinde özel eğitim merkezi temsilcilerinin ve ilgili akademik çevrelerin de görüşleri mutlaka alınmalı, bu noktalarda uzmanların inisiyatif almaları kaliteli olanları öne çıkaracaktır. Özürlü çocukların toplumsal yaşama entegrasyonunu arttırmak amacı ile kitle iletişim araçlarının da desteği sağlanarak bütün toplumun farkındalığı artırılabilir.

-Toplumu bilgilendirme çalışmalarında; özür yaratan hastalıkların azaltılmasına yönelik olarak; gebelik bakımı ve sağlıklı doğum, akraba evliliklerinin azaltılması, gelişim takibi vb konulara da yer verilmeli, koruyucu önlemlerin daha öncelikli olduğu öne çıkarılmalı. Önceden önlem almak özürlüyü sonradan hayata adapte etmeye çalışmaktan çok daha kolay ve ucuz çünkü.

-Özürlü çocuk büyüten ailelerin ruhsal olarak da desteklenmeleri için ilave düzenlemeler yapılabilir, bu sayede çocukların tedavi verimi de artacaktır.

-Her yönetmelik değişiminde bazı aksamalar olabiliyor; rapor kriterleri değişebildiği için devlet desteğine güvenen aileler tedaviyi kesmek zorunda kalabiliyorlar, özel eğitimcilerin tedavi planları aksayabiliyor, aileler önceki ve sonraki yönetmelik arasında tercih yapmak durumunda bırakılmamalı, çünkü tedavi süreklilik gerektirir.

SONUÇ

    Konunun uzmanlarının saptamaları ve önerileri bunlar. Özel eğitim hizmetleri tıpta üçüncü basamak tedavi hizmeti denilen sınıfa girer, yani şifa ile düzelme olanağı olmayan hastaların yaşama uyumunu maksimize etmeye yönelik tedavilerdir. Asıl olan koruyucu hekimliktir, bu hastalıkların olmaması için tıbbi ve sosyal önlemleri almak, toplumu eğitmek öncelikli olmalıdır, çünkü daha kolay ve ucuzdur. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması, aşılama hizmetleri, gebelik bakımı ve takibi, akraba evliliklerinin önüne geçilmesi, sağlıklı doğum ortamı vb çok basit, kolay ve ucuz önlemler bile özürlü çocukların sayısını bir hayli azaltacaktır. Oysa sağlık hizmetlerinin giderek piyasalaşması; ilk önce koruyucu sağlık hizmetlerini vuruyor. Geçen aylarda büyük şehirlerde yaşanan bebek ölümleri en net göstergesi bunun.

   Türkiye’nin 120 yıllık özel eğitim tarihini kabaca özetlediğimizde 50’li yıllarda kurumlaşma, 70’li ve 80’li yıllarda yasalaşma, 90’lı yıllarda akademik gelişme ve 2000’li yıllarda ise piyasalaşma sürecinden geçtiğini söylemek fazla iddialı olmayacak.

   Son yıllarda bakanlığın (haklı olarak) piyasalaşmayı ve istismarı önleyici önlemlerinden sonra kuruların yanında yaşların da yanabildiğini özel eğitim alanındaki profesyoneller birebir yaşıyorlar. Söz gelimi; bebeklik çağında yoksulluk, travma vb sosyokültürel nedenlerle yaşıtlarından geri kalmış ve kısa süre özel eğitim desteğiyle düzelebilecek “tepkisel bağlanma bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu” gibi durumlar yaşamış ve ailesinin olanağı olmayan çocuklar neden özel eğitim desteğinden mahrum kalsınlar ya da “otizm” gibi yakıştırılmış tanılarla kodlansınlar. Hafif zeka geriliği olan çocuk özel eğitim desteği alabiliyorken sınır zeka çocuk neden alamasın, sağlıklı yaşıtlarına kaynaşma dönemindeki örselenmelere karşı destekleyici eğitim almasın mı?

   Bu sorular çoğaltılabilir ama sistemin açıklarını herkesin kendi açısından sorgulamasından çok; Milli Eğitim Bakanlığı ve diğer sorumlu kurumların, yıldan yıla değişen yönetmelikler çıkarmak yanında; ilgili disiplinleri birlikte düşünmeye ve çalışmaya özendirecek daha yapısal uygulamaları devreye sokması daha uygun olacak galiba. Bugüne odaklı özel eğitim sistemi güncel problemlerle uğraşmak zorunda kalır, oysa geleceğe odaklı özel eğitim sistemi planlama ve kurumlaşmaya harcar enerjisini.

5 yorum:

  1. Ülkemiz engelliler hakkında gün geçtikçe daha da bilgileniyor. Farkındalık artıyor. Teşekkürler Sedat bilgilerin için :)

    YanıtlaSil
  2. İnşAllah bilgilendirmeler daha da artar.Eline sağlık Sedat:)

    YanıtlaSil
  3. güzel paylaşım sevgili arkadaşımmm çok beğendim :)

    YanıtlaSil
  4. teşekkürler sedat bu detaylı bilgiler için

    YanıtlaSil